Sınır Muhafızının Yaşamı
- Koray Yılmaz
- 8 May 2016
- 35 dakikada okunur

Kabul "Tükenene kadar savaşıp kazanmaya, sonunda kaybettiğin dostunun ardından birkaç damla gözyaşı dökmeye hazırsan bize katılabilirsin" diye cevapladı sınır muhafızı, IronFist'i. Ve tabii onun orada olma sebebini gayet iyi biliyordu. Ne derse desin her türlü zorluğa katlanacağından emindi lakin "birkaç damla gözyaşı" konusunda şüphe ediyordu: Elvenil'i kaybedecek olsa birkaç damla ile yetinir miydi?
Bir IronFist'e bir Elvenil'e baktı sınır muhafızı. Zaten bir sınır muhafızı olan Elvenil'in gözlerine sorgularcasına bakıyordu. Bu demirci için endişe eden gözlere bakarak, IronFist'in sözü almasına fırsat bırakmadan devam etti: "Cevap vermene gerek yok. Sen işimizi zorlaştırırsın: İyisi mi atölyende güvende kal, Bize bir müttefik dost olarak orada daha faydalısın." IronFist aklına gelen ilk kelimeyi söyledi, kızgındı." Beni ne sandın? Dün eline kılıç alan o çocuklardan biri mi!?! Evet sevdiğim şu elf kızı için buradayım, ama bil ki ben de zorlu zamanlar gördüm, yeri geldi çıplak ellerimle boğuştum. Beni kabul edene kadar konuşmaya devam edecek değilim. Tek söyleyeceğim Elvenil'in ve sınır muhafızlarının yanında savaşacak bir eski toprak olduğumdur. Umarım beni daha fazla zorlamazsın!"
Sınır muhafızı kabaca "Ne desem vazgeçmeyeceksin inatçı adam." Elvenil, sınır muhafızına:"Artık çok geç, IronFist'in kararı kesin. Benim yaşamımı seçti." IronFist, Elvenil'e: "Benim için en değerli olanınkini." Sınır muhafızı, ikisine: "Daha neler göreceğim, Valar. Kabul!" ------------------------------------------------------------------
Ozan Muile, Yeşil Ormanda yazdığı bu şarkıyı , gittiği her yerde özel bulduğu dostlarına mutlaka söylerdi. Keyifle dinlenirdi sihirli mandolin ve büyü notalardaydı. “Elvenildi kızın adı,Yeşil ormanda yaşamaktaydı.” “Onun sınırlarını korurdu,tek bildiği yaşam buydu.” “Ailesinden gelen bir yaşamdı bu,Onlarca tehlikeyle yaşadı yıllar boyu.” “Bir yaşam öyküsü olurdu bu,ama benim anlatacağım aşk öyküsü oldu mu” “IronFist demirin ustasından öğrendi,zırhlar birbiri ardına şekillendi” “Onun bildiği yaşam da buydu,kılıçları tezgahına ardı ardına koydu” “Kalkanlar onun elinden geçti,ateşi dostu bildi” “Pek çok elf onu sevdi,o işinin ehli idi” “İşte bir savaş sonrası demirci dükkanı,Kılıcını ona verdi” “Elvenil’in değer verdiği kılıcı,bir hazine gibi biledi” “Konuştular bir süre,kimsin nasıl girdin yaşamıma diye” “Kılıç keskinleşti,içlerine sevginin eli değdi” “Daha sınıra gitmesine çok vakit vardı kızın,şehirdeydi kışın” “IronFist isteği onu tekrar görmekti,tekrar konuşmak cesur olan ile” “Birkez sevginin eli değmişti içlerine,mutlaka konuşacaklardı yine” “Günler geçti,ama birbirlerinin düşüncelerinde zaman durmuş gibiydi” “Kılıcın keskinliği her ikisini de etkilemişti” “Sonra bir salonda,aydınlık bir gecede tekrar karşılaştılar” “IronFist tüm cesaretiyle ona elini uzattı,müzik onları çağırmaktaydı” “Elvenil müziği dinlerken,kalbini bu gence verdi” “Dans ettiler o salonda,tüm dostları tüm gece boyunca” “Ve ikisini bundan sonra ayrıcak bir güç yok gibiydi” “Gençliklerinin ilk kışı böyle mutlu geçecekti,” “Her gün demirci dükkanında birisi aranacak gibiydi” “Tüm orman keşfedilmek için onların elindeydi,aşklarının olduğu gibi” “Her gün sevgiyi büyüttüler, o kış unutulmayacak günleri getirmişti” ve mandolin konuşur bu dizelerden sonra şarkıya devam eder Muile “Laaakiiinnn geldi çattı ayrılık vakttiii” “Elvenilll uzaklara gidecektiii” “Kış bitmiş bahar gelmişştiii” “Aşkınnn mutluluğunu özlem istemişştii” Notalar,Notalar… “Elvenil bir sınırrr muhafızıydı,zor bir yaşamı vaaarrdı” “Ama hiç bu kaadaar,düşüüncellii olmamııştııı” “IronFist çeliğe ve ateşe hükmetmekteydi” “Ama hiç bu kaadaar,yalnııız olmamııştııı” “Her gece,her güündüz mutlulukkk isteği” “Sonunda bir yolculuk IronFist için geldii” “İşte bu yolculuğun sonunda birbirleriniii buldulaaar” “Şimdi tekrar mutluydulaaar,Sınırda yaşamlarını kurdulaar” Notalar,Notalar Not:"Ormanda Bir Gezinti" isimli hikayeden alıntıdır.

-----------------------------------------------------------------------------------
Zaman durmuştu. "Kabul! Kabul! Kabu....". Sınır muhafızının sözleri adeta yankılandı komuta çadırının içinde. Dışarıdan gelen güneş ışığı hüzmeleri çadırdaki diğerlerinin değil de sadece iki elfin üstünde gibiydi. Elvenil ve IronFist birkaç adım attılar birbirlerine doğru ,elleri tam birbirine değecekken, aralarından geçerek dışarıya hızla yönelen ve zamanı tekrar çalıştıran bir başka sınır muhafızı oldu. Gün ışığında karanlık bir gölge gibiydi, bu savaşçı. Elvenil bir an onun ardından baktı ve "Bizim istediğimiz bu." sözleri dökülüverdi. IronFist bu sefer elf kızına ulaşabiliyordu. "Hep beraber olacağız, düşman bu ittifaktan korkacak cesur kız". Elvenil bu sefer IronFist'in göğsüne başını dayayarak "Sonsuza kadar" diyebildi. Adeta ondan güç almaya çalışır gibiydi. Demirci gülümsüyor ve sevdiğinin saçlarını okşuyordu. Artık onlar için yol belliydi: Sınır muhafızının yaşamı. Tüm bunlar olurken komutan olduğu belli olan, IronFist'i kabul kelimesi ile mutlu eden sınır muhafızı çadırın bir köşesine gitmiş ayaküstü masanın etrafında haritaların içinde, birkaç elfle hararetli bir tartışmaya girmişti bile. Elvenil ile IronFist dışarıya yöneldiler. Komutan arkalarından seslendi ve gülümsedi: "Sınır muhafızının yaşamı, unutmayın bunu". İkisi ardlarına bakıp duraksadılar: Bir ağızdan cevapladılar "Elbette komutan!" Dışarıda bekleyen az önceki gölge gibi geçen elfti.

--------------------------------------------------------------------------------------
DarkFang O anki mutluluk duygusu ikisi için de yeni bir hayat gibi, bir dönemin başlangıcı gibiydi. Zor zamanlar geçirmişlerdi, uzun yıllar Elvenil görevden döndüğünde görüşebilmişlerdi ama artık IronFist ile aynı kaderi yaşayacaklardı. Mutluydular. İkisi de uzun süredir Arda üstünde yürüyorlardı, yıldızlar altında yaşamışlar, ilk güneşin doğuşunu görmüşler çağlara meydan okuyup bu günlere gelmişlerdi, sevdikleri olmuştu ama bugün başkaydı. Bugün dünyanın bilmesi gereken kaderlerini ellerinde tuttuklarıydı. Sevgilerini, aşklarını sıkıca kavrayıp bırakmama kararlılığı; ikisinde de bunu görebiliyordunuz. Ve dışarıda onları karşılayan karanlık elf bunu zaten görebiliyordu... "Adım DarkFang, bir ejderhanın ismi, belki onun kadar bilge olmayabilirim ama Elvenil'in yanında savaşacaksan,benim sırtımı koruyacaksan seninle biraz, yoo çok işim olacak..." IronFist'in yüzündeki gülümseme yerini ciddiyete bırakmış ve tüm ilgisini bu tepeden tırnağa büyük bir savaşçı olduğu belli olan adama çevirmişti. Cevapladı: "Tüm istediğim zamanı geldiğinde gerekenleri yapabilmek DarkFang." Elvenil: "Evet IronFist'e güveniyorum." DarkFang kılıcıyla işaret ederek:"Bu ormanın sınırlarını en iyi sen bilrsin Elvenil, sence sırf fizik gücü yeterli olacak mı, pekçok hile, tuzak ve numara öğrenmeli, sence başarabilir mi?" Elvenil, DarkFang'a doğru elini uzatarak: "Öğrenmesini sağlayacağız, sağlamalısın." DarkFang sonunda gülümseyerek: "Çok işim olacağını söylememiş miydim? Evet IronFist, bu hepimiz için en iyisi olacak" IronFist bu kez: "Sizinleyim,sonuna kadar DarkFang!" Elvenil: "Komutanı duydunuz bu bir inat meselesi" DarkFang "Evet Haklısın Haahaa haahaaa" kahkalarına hakim olamaz ve Elvenil ile IronFist de. "Hahaa haaaha.........." " Hahhaa evet haahahaaa." Yeşil Orman sınırlarında bu kahkahalar dostlara bir ümit, mutluluk olacaktır. Bu üç sınır muhafızının zorlu yaşamlarında unutulmaz anlardan birisi olacaktır.
---------------------------------------------------------------------------
Yalnız bırakıyorum "Bunca yıldır bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum. Siz ikiniz gerçekten de yaşamı biliyorsunuz." DarkFang göz kırparak uzaklaşmaya başlar. Birkaç adım uzaklaşır ve ardında kalanlara seslenir;"Bugün başlamıyoruz, düşünceleriniz karışık olmalı IronFist, sizi yalnız bırakıyorum...". DarkFang ormana uyum sağlayarak gözden kaybolur. İkisi ardından bir iki dakika bakarlar. Ve sonunda birbirlerini duyabileceklerdir. Sanki aynı anda yeni dünyalarına bakmak için yüzlerini çevirirler. Tek gördükleri aşktır. Elleri birbirlerini uzun süre sonra bulmuşçasına bir kez daha buluşur. IronFist şimdi her şeyi daha iyi gördüğüne ikna olmuşçasına, "Evet haklıydın Elvenil bu yaşamı seninle yaşamalıyım, yoksa hiçbir zaman bilemeyecektim..." Elvenil, adamın yanaklarına parmaklarını dokundurarak: "Yalnız bırakıyorum dünyayı, sadece seni seçiyorum içinden." Ormandaki o güzel güneşli gününün müziğini dinlemek zamanıdır şimdi. Tüm istedikleri onlarındır artık.
-------------------------------------------------------------------
Muile Gün batmadan daha zamanları var. Bin bir nefis kokulu kır çiçeğinin sarmaladığı aşk, sonsuza kadar onlarda kalacak canlı bir resim gibidir şimdi. Koku... Dokunuş... Gerçek bir resim. Vücutlarına çizilmiş renk ve şekiller: O renkler ışığın renkleri, şekiller birçok eski hikayenin... İki kadim elf niye böylesine zor bir yaşamı seçiyordu, merak edenler çoktu. Niye aşklarını güven içinde yaşayacakları ormanın derinliklerinde sürdürmek yerine her an tehlikenin olduğu sınırdaydılar? Ozan Muile : "Şimdiye kadar bunu cevaplayamadım, bu bir sır gibi. Tüm hikayelerini tüm geçmişlerini bilmem lazım. Gel gör ki ben sadece basit bir ozanım. Hahaha HaaHaa..." Ateşbaşındaki büyüden uyanmış gibi: "Sen bir şekilde öğrenirsin, hikaye anlatıcıyı ve hatta CursedFeanor'u bile tanıdığın söylentisi doğru mu?" Muile, büyünün tekrar yerine gelmesi için mandolinine dokunur : " Dostum şimdiye kadar kimseyi tam olarak tanımadım, belki kötü bir ozan olduğumu düşünebilirsin: Ben kendimi bile tam tanıtamadım sizlere. Bendeniz ozan; asil ve asil olmayanlar ile ilgili çaldım, onlarla söyledim. Niyetim biraz sohbet... Aklıma bir şarkı geldiğinde yine de sizin için söyleyeceğim." Notalar, notalar.... Renkler, kokular, bir dizi dokunuş, vücuttaki o şekiller; hissedebilen, Yeşil Orman'ın ücra köşesindeki bu köy halkının gönüllerinde, ozan Muile'nin notalarıyla, tüm sevgisi ile.

----------------------------------------------------------------------------
O Arda'nın sevgili ormanı, muhafız onunla yaşar ondan alır gücünü. O elflerin sınır muhafızı, Yeşil Orman onunla yaşar ondan alır gücünü. Hayatı yaratır Yeşil Orman, içinde yaşayan onunla düşünür, içinde yaşayan elftir; onu duymak için yıllarını verecektir. Anlaştıklarında bir başka can ile tekrar başlayan müzakereler: O canlılar bir filiz, bir elf... Sınır muhafızı adımını attığında dışarıya; ormanın son ağacının koruması dışına çıktığında o büyük anlaşmanın değerini bilir: Gerektiği gibi savaşacaktır. Ardında tüm orman vardır. "Sence değerli olan?" "Sen" "Sence vazgeçemeyeceğin?" "Sen" "Yeşil orman için?" "Sevgi" "Sevgi ne?" "Adın" "Elvenil söyle bana hiç Yeşil Orman'ı ardında bıraktığında sorular soruyor musun?" sırt üstü uzanmış gökyüzüne bakarken konuşmaya devam ettiler. "Evet." "Ve?" Kısa sessizlik sonunda, Elvenil keskin sözcükler seçer: "Biliyorsun,sen de hissediyor olmalısın. Onun şefkatini nasıl olup da keskin bir çeliğe dönüştürebileceğimi soruyorum..." IronFist içini çeker: "Atölyede bu kolay Elvenil, savaşı gördüm, çatışmaları gördüm ama kaç yüz yıl geçti ki uykuda gibiydim. Aslında bu orman ile birlikte bir rüya gördüğümün farkındayım şimdi." Elvenil gülmeye başlar "Evet senin de hissetmen gereken tam olarak bu." "Evet, evet...... Eveeeett. Orman için çatışmayı göze alan sen Elvenil, sen bana ilham kaynağı oldun. Sen sevginin gücüyle savaşan sınır muhafızı, çeliği bin kat güçlendiren senin iraden. Hissediyorum."
---------------------------------------------------------------
"Evet, güçlüyüm ve korkmuyorum." "Onun için söyledim zaten. Hiç bıktığın oldu mu? Başkaları savaşsın artık dediğin?" Muile mandolinine hızlıca vurdu ve dinleyenlere seslendi: "Evet bayanlar baylar sizce?" "Sizce Elvenil bir cevap verecek mi uykulu gözlerle dinleyen hanım?" Diğerini işaret ederek: "Cevabı bildiğini düşünüyorsun, çok gün görmüş olan." "Size kızamam, daha önceden bu kadar sıkıcı bir öykü dinlememiştim diye düşünen gençler. Ben kötü bir ozanım. Gel gör ki onları anlatmaktan başka çarem yok. Aklımda dönüp duran tek hikaye onlarınki son günlerde ve mandolinim bana ihanet edercesine o notaları çalmaktan başka birşey yapmıyor. Soruyu boş verelim..Beni..." tam garip sözlerine devam edecekken Muile, kaldığı yerden notaların devamını duyarlar. Biri, karanlıkta flütü ile notaları çalmaktadır. Herkes etrafına bakınır. Hepsi bir dakika içinde biter flüt susar Muile mandoline dokunur: "En ağır zırhlar, derdi birisi hatırlıyor musun IronFist?" "Bir kişiden duymuştum." Elvenil başını diğer yana çevirip "İşte bıktığımda, pes edeceğimi sandığımda; beni sarıp sarmalardı göz pınarımın en ağır zırhları." IronFist güven veren sesi ile "Artık yanındayım." Birkaç dakika sonra silahlarını kontrol edip, bir yürüyüşe çıkacaklardır. "Bastığın her yeri görmeliyim, kanın toprakla karıştığı yerleri ve ardından ağladıklarının hikayelerini bilmeliyim Elvenil." Elvenil gülümseyerek eliyle, ardlarında, aşağıda kalan ormanı göstererek " Uyandın mı uykucu, Son savaşın kaç yıl önceydi" IronFist biraz kızgın: "Biliyor olmalısın ben de..." Elvenil bir an durup gözlerinin içinde o kadim günleri görmek istercesine bakar: "Biliyorum."

-------------------------------------------------------------
Belki yüzyıl zamanları olsaydı gözlerdeki yolculuğa devam ederlerdi. Ama sınır muhafızının zamanı buna yetecek gibi değildi."DarkFang, en kısa zamanda seni test edecektir IronFist. Yanlış anlama onu, senin ne kadar değerli olduğunu biliyor olmalı, sadece bu uğurda yitip gidenleri düşünüyor olmalı". Çiçeği burnunda muhafız yanıtlar:"Onun dediklerini yerine getireceğim. Ve kesinlikle sizlerin yanında o iblislere karşı geleceğim." Elvenil başıyla onaylar. Tekrar bulundukları tepeden ormanı işaret eder Elvenil: "Bak sevdiğim, onu hissetmenin en güzel yolu...". IronFist bir adım geride dururken tek duyduğunu söyler: "O ormanın kokusu,sen...". Elvenil ardına omzunun üstüne yavaşça çevirerek başını gülümser. Devam eder IronFist : "Ve bildiğim her güzelliğin bir yansıması, o orman ve sen." Elvenil başını IronFist'in göğsüne dayamış onun sıcaklığını hissetmenin keyfini çıkartmaktadır şimdi. O gün iki sınır muhafızının en huzurlu günüdür. İki kadimin belirsiz geleceklerinin endişesini duymadan birbirlerine sıcaklıklarını hissettirdikleri gündür. Heyecanla: "Gün batışını şu eski gözetleme kulesinden izleyelim." Merakla:"Hani neredeki" Yerinde duramadan:"Takip et beni" Gülerek:"Tek yaptığım bu" Hisli:"Ve bundan dolayı mutluyum" Onaylayan:"Ben de."
-----------------------------------------------------------
Akşam meltemi Onlar kulede izlerken güneşi, akşam meltemi eşlik etti. Birkaç dost sesi yankılanırken akşam melteminde hepsi sınırdaydılar. Birisi kılıcını akşam melteminde sözcükler yazmak için kullandı. Biri mandolini ile notalarını yolladı ormana doğru. Komutanlar etraftaki adamlarına birşeyler söyledi. Ateşler yanmaya başladı, akşam melteminin dokunuşuyla çatırtılar çıkartan yanan dallar, bir parça ormandı. O kılıcını sözcükler yazmak için kullanan DarkFang'dı. Dostlarının adlarını sınıra yazdı, akşam meltemi ve kılıcı ile. İki aşık kulenin tarihinde yerlerini aldı, iki sınır muhafızı bir başka gözle baktı ilk defa güneşe o kuleden: sadece o gün için; aşkla. Akşam meltemi sınırdaydı, bir başka akşama kadar Ortadünya'nın göreceği en güzel rüzgardı. Sınırda, muhafızlar ateşlerin etrafında bir kez daha içlerine çektiler akşam meltemini; kendilerine verilen en güzel hediyelerden birini... Her şeye razı akşam meltemi bölünüp birleşmeye, kılıç darbelerine, ateşlerde eriyip gitmeye... Hep istediği gibi elf kızının saçlarında dolaşan, onlara tapan; akşam meltemi. Sınırda akşam meltemi muhafızlarıyla baş başa bir günbatımında.
-------------------------------------------------
Ateşböcekleri Muile, mandolinin tellerine dokunmayı bıraktığında; etrafındakilerin, adeta sınırdaki muhafızları gördüklerini, o günü yaşadıklarını her hallerinden çıkartabiliyordu. Kendinden gurur duyarcasına gülümsedi: "Fena değil" "Ateş başında tek hatırlanan onun ve dostluğun sıcaklığı olsa gerek. Bir bakalım büyülenmiş sohbet arkadaşlarım ben kötü bir ozan mıyım, bir iki kelime bekliyorum sizlerden, tek dileğim bu." Muile yüzündeki gülümsemeyi silmeden mandolinini yanına bıraktı. Kimse konuşmayacak mıydı? Akşam melteminin esintisini hissetmek için notalar şart mıydı? Bir Sınır muhafızının yaşamı hiç IronFist'inki gibi başlar mıydı? Yoksa bunun palavra olduğunu söyleyecek biri karanlıktan çıkıp ateşbaşında kendini gösterecek miydi? Muile, gülümsemeyi o andaki düşüncelerinin ağırlığı sebebiyle silip attı. Düşünceli düşünceli karanlığa bakmaya başladı. Aklında şimdi neler dolaşıyordu: Gün yüzü görmeden ölen bir elf olabilir mi? Karanlığın içinde yitip giden, birkaç dostuyla onurlu sona ulaşan bir kahraman... "Sınır muhafızlarına layık bir hikaye anlatmaya çalışıyorum, umarım dinlemeye devam edeceksiniz." Son kelimeleri söylerken ayağa kalktı ve etrafındakileri selamladı. Tam o anda etrafındaki gurubun ardında karanlıkta ufak parıltılar gözüne ilişti. Sanki ona gülümsemeye devam etmesini büyünün böyle güzel olduğunu söyler gibiydi bu titreşen parıltılar. Muile dayanamadı hüznün içinden tek bir söz daha söyleyebildi "Ateşböcekleri hiç bu kadar...Ahh evet mükemmel." Etrafındakiler bu çılgın adamın tamamen delirdiğini mi düşünüyordu, yoksa onlar da deli miydi?
--------------------------------------------------------------
Sessizlik içinde geçen bir nöbet. Orklardan ses yok. Belki bir gün daha bekleyecekler. Belki bir yüzyıl sonra dehlizinden çıkacak Balrog, can yakacak, bir krala yenilecek belki de. Sınır muhafızı nöbette, hep bir başkası hep orada sınırda. Neler oluyor karanlık bir gecede Orta Dünya'da anlatmayacak mı ozan. O bilmezse kim bilebilir ki. Onun görebildiğini bu gözler görebilir mi? Hiç sınır muhafızını ondan iyi tanıyan olabilir mi? Ozan Muile'nin yavaşça bir köşeye çekilişini izlediler ateşbaşındakiler, şimdi yalnızdılar, düşüncelerle. Kimse bir iki dakika tek söz edemedi. Neden sonra "Geç oldu" diyerek hiç umursamaz şekilde ayrılmak için biri hamle yaptı. "Evet geç oldu, onları hatırlatmak için gerçekten geç oldu" diye söylendi her halinden eski bir asker olduğu belli olan adam. Ayrılanlar, bir bir dağılanlar, ve ateşin sönüşü... "Bir başka gece olduğunda yine gelecekler, en karanlık gecelerde gelecekler."
--------------------------------------------
Kendine anlatacaktı Ozan Muile sönen ateşin ardından ve gidenlerin rüzgara karışmasından sonra kendine anlattı sadece. Sadece kendinin duyabileceğini düşündüğü için anlattı. Kimsenin bilmediği, Elvenil ve IronFist'in o gece hissettiklerini tahmin etmeye çalışırcasına anlattı. "Biliyorum, güçlü olduğunu söylemiştin. Sadece bilmediğim bu yaşamda nasıl güçlü olunur Elvenil. Bu bir savaş olsa anlarım." "Günü ve geceyi; yaşadığın her bir Orta Dünya anını onun doğasını anlayarak, onun içinde senin yanında olup sana karşı olanları algılayarak güçlü olmalısın. Anında karar verip pişman olmamalısın. Suçlu olmaktan korkarak yaşayamazsın, en rütbeli sen isen karar vereceksin. Yok değilsen emirlere uyacaksın. Unutma hayatta kalmak tek amaç değil." "Hayatımızı kaybetmemiz bir şeyleri düzeltecekse...." "Evet bunu biliyorum, çünkü gözlerimin önünde ölenler bizim yaşamamız; Elvenil ve IronFist'e bir gece daha vermek için savaştı." "Sıra bizde mi?" IronFist Elvenil'e sarılarak. "Bu gece değil" "Kolay teslim olmam" "Biliyorum IronFist. O çeliğe hükmeden demirci değil misin sen." Bir an gözlerini görmek için elleri ile boynu ile omuzları arasından tutarak, gülümseyerek. Sanki önceden yapılmış bir veda gibi. Sanki birlikte oldukları yeni hayatlarına başlangıç gibi. Öpüşürler. Anlaşma tamamdır. Kimsenin bilmesine gerek yoktur. Onlar sadece birbirlerini düşünmeyecektir; onlar artık sınır muhafızının yaşamını beraber yaşayacaktır. "Peki nasıl olur da benim bunları düşünmeyeceğimi sanırlar, ben bir muhafızı tanımaz mıyım? O kadar rahat içinde yaşayan boş biri miyim? Onları tanıdığım için şanslıyım, bu yaşamı çekilir yapıyorlar." Muile derme çatma çadırına yönelir kendisi için ayırdığı gecenin ilerleyen kısımlarını biraz da orada geçirecektir. Rüzgar sesi dışında artık hiçbir ses kalmamıştır. Ne bir ateş ne bir dost; soğuk rüzgar dışında, kendinden başka: Kendine anlatacaktı...
--------------------------------------------------------
Korku Gecenin içinde kaybolup gitme, bir daha mandolinden çıkacak notaları duyamama... Mandolini hissedememe, tek bir alkış tek bir söz duyamadan karanlıkta kaybolup gitmesi sözcüklerin. Korktuğu bu mudur? Gülümsese gecede, bir ışık olur mu? Elleriyle yüzüne dudaklarına dokunsa ozan gülümsemeyi hissedebilir mi? Kaybolup gitmez mi? "Onlar kaybolmadılar, benim gibi Orta Dünya'da birer gülümsemeydiler. Işıkları hep aydınlattı hep yol gösterdi. Onlar Yeşil Orman'ın sınır muhafızları hikayeleri yüzümde hep bir gülümseme" Ya bir gün Yeşil Orman düşerse, ya tek sınır muhafızı öteki güne sağ çıkmazsa. İşte gece o zaman başlar, işte o zaman yazmam gerekir karanlıkta. Yüzümdeki gülümsemeyi mürekkep yapıp mandolinimi kalem, taşlara yazmalıyım. Bin yıl sonra o taşların yakınından geçenler duymalı sihirli sözleri, öyle ki bir gülümsemenin değerini bilmeli, acı bile olsa anlatılmalı onlara kahramanların hikayeleri. İşte korkum yazamamak o taşlara, bir türlü gülümseme gelmezse mürekkep biterse: Korku... Çok soğuk... Bıçak gibi... Yazamama korkusu; notalarla.
------------------------------------------------
Nihayet bir ses Sonuçta bu benim elimde, kaderimi elimde tuttuğum ne ölçüde gerçekse taşlara yazı yazmak da benim elimde. "Bu ses..." Evet nihayet bir ses. Rüzgarın soğuk sesi... Sonuna kadar içine çekmeli. "DarkFang, DarkFang..... DarkFang....Rüyada mısın?". Gururlu yıkılmaz asker. Sen en basit gözlerin bile görebileceği temsilcisin. Sen yüzyıllarca gelen geleneklerin kanıtısın. Sen bir Yeşil Orman muhafızısın. "Hiç sevmedin mi başka birşeyi, ayrılmadın mı senelerdir sınırdan?" Muile'ye müttefik olan ses mandolinine parmaklarını götürmesi için emir vermektedir. Daha önceden yalnızlığı çağrıştırdığını düşündüğü ses artık tek dostu olmuş gibidir. "Gazap olsun o zaman... Gurur olsun o ses... Tanrıların varlığı olsun... Kaderini çiz desin sınır muhafızına!" "DarkFang, DarkFang.... DarkFang....Rüyada mısın?"
------------------------------------------------------------------
DarkFang: "Kimsin! Yüzünü göster." "Sadece rüzgarım. Oradan oraya dolaşan tanrıların nefesi" DarkFang: "Tanrıların benimle işi nedir? Uzun zaman önce beni terk etmediler mi?" "Bilemem, sadece rüzgarım ben. Oradan oraya dolaşan tanrıların nefesi" DarkFang:"Fazla konuşkan değilsin, tıpkı onlar gibi, bilmeceleri seviyorsun öyle değil mi?" "Bilmece, bilmece; en sevdiğim... Kaderinde rüzgarın yeri, tanrıların görmeni istediği; bir parça unutsan, bir kez teslim olsan." DarkFang:"Asla kaderimi bir rüzgar çizemez" "Büyük konuşma DarkFang, DarkFang.... DarkFang... rüyada mısın rüyada mısın?" DarkFang:"Kabus!" "Sadece rüzgarım. Oradan oraya dolaşan tanrıların nefesi" DarkFang: "Hay uğursuz!" "Sadece rüzgarım........"
--------------------------------------------------
Bu kadar basit "Kılıcı ikinci kez kullanmaya gerek yok. Zaten zaman da yok. Ölümle arandaki metalleri ne kadar hızlı ve etkin kullanırsan o kadar şansın olur..." DarkFang şimdi rüzgarı dinlemez gibi yapmaktadır. Kendi kendine yarın neler söylemesi gerektiğini tekrarlamaktadır. Etrafına bakınır. Komik olduğunu bilse de devam eder "Sen daha iyi bilirsin metallerin çarpışma sesini. Sertliğini,dayanma gücünü,ezilip biçimsizce şekil değiştirmesini..." "Sen savaş görmüş çarpışmış birisisin, ama burada sayıca çok az dostun var ve şartlar... tuzaklar... Pusu... Sisli havada soğuk çelik sesi... Göreceksin" Gecenin içinde rüzgarı duymamak için sözler yetmez muhafıza. Gözüne kestirdiği metale olanca gücüyle galvorn kılıcı ile darbeler indirmeye başlar. Arada söylenir: "Bu kadar basit... Bu kadar... Ya dayanıp karşılık verirsin ya da bir başkasından medet umarak öylece ezilirsin. Günü kurtarmaya çalışan ..." İnanılmaz gürültü kopartan bir yeni darbe daha indirir: "...şu kalkan gibi şekil değiştirip işe yaramaz hale..." "...geliiirsiin." Şimdi sakinleşmiştir. Sesler sınır boyunca esen rüzgarı susturmayacaktır tabii: "DarkFang, DarkFang... DarkFang rüyada mısın?" Talim için kullandıkları alanda ezilmiş fazladan bir kalkan vardır artık. DarkFang oradan ayrılırken rüzgara: "Bu kadar basit!"
--------------------------------------------------------------------
Muile karanlıkta kayıp, kendisine anlatmaya devam eder. "Bu korkunç karanlık elf ileri gitmiş olabilir mi? Onu kızdıran rüzgâr bana dost olduğuna göre bu elfte bir şeyler gizli..." Talim alanını etrafında nöbetlerini tutan; karanlığı gözleyenler dışında yabancı oldukları her hallerinden belli olan iki insan ilgiyle DarkFang'ın gösterisini izlemişlerdi. Bunlar güneybatıdan çok uzun yoldan gelen iki tacirdi. UzakLiman'dan geliyorlardı. Yanlarında taşıdıklarını yerine ulaşana kadar gizlemişler sadece topraklarından geçtikleri ülkelerin en yetkili kişilerine birer mektup vererek buralara kadar ulaşmışlardı. Ellerinde bir mektup daha vardı ve büyük bir kervan tabii ki. Kampın komutanı yanlarındaydı şaşkınlık içindeki insanlara: "Bu Darkfang; rüzgârla arası pek iyi değildir. Aslında sizin de kampı dolaştığınız bugünde gördüğünüz gibi burada en tecrübeli ve elit gücümüz Yeşil Orman savunmasının temelini oluşturuyor." İki ortak komutanı dinlerken biraz rahatlamış ve yaşlı olan: "Sizinle güvende olduğumuza şüphemiz yok komutan." Komutan: "Bunu bildiğinize göre, yolculuğunuzun sonlarında rahat bir uyku uyuyabilirsiniz Gilber." "Bizde bir kural var saygıdeğer komutan; ya ortağım ya da ben ikimizden biri mutlaka uyanık olur, ne kadar güvende olsak da." Komutan biraz alınmış: "Sizin kuralınıza saygı duyuyorum. Mektubunuz umarım en kısa sürede kral Feanor'un eline ulaşacak ve zorlu yolculuğunuz başarıya ulaşacaktır." Genç ortak:"Gilber yıllardır ticaretle uğraşan bir eski topraktır. Bu kuralı ondan öğrendim ben de." Bu kez kahkahalar... Gilber komutana işaret parmağını uzatarak: "Yeşil Orman Muhafızları komutanlarının bizi düşünmesi ve dostça tavırları mutlaka meyvelerini verecektir..." Muile etrafında geçen geceki topluluğun olduğunu farkeder; hikâyenin devamını anlatırken onlar hala oradadırlar ve ateş yanmaktadır.

---------------------------------------------------------
Deliliğin sınırı yok Dehlizden kurtulmak için çok çabalamıştı. Ayağı kayıp aldığı yolu yeniden binbir zahmetle tekrar alması gerekmişti. İçinde olup bitenleri bilmeyenler onun sıradan bir muhafız, orman için gözünü kırpmadan savaşacak bir asker olduğunu düşünüyor olmalıydı. Onun hikâyesinin basit; bu kadar basit denebilecek kadar sıradan olduğunu düşünüyor olmalıydılar. O dehliz içinde ışığı ararken pek çok tuzak sizi en karmaşık yaratık yapmaya yetecektir. Bir meşale ışığını gören siz; "o yöne mi gitmeliyim, ne kadar da umutsuzum" diye düşünürken, en ağır çatışmalara girmekten başka bir şey elinizden gelmeyecek. Tek umut kendiniz başka bir şey değil tek umut siz bu kadar basit. Talim alanının etrafında nöbet tutan elf, DarkFang'ı dinlerken bunları düşünüyordu. O basit olan şeyin farkındaydı. Uzun zamandır içindeki; yağmur ve rüzgârdaki deliliği yenmeyi nasıl başarabileceğini bulmaya çalışıyordu. Kendini buna inandırmayı istese de deliliğin sınırı olmadığını her zaman karşısına dikileceğini anlıyordu, hissediyordu. Rüzgâr yağmuru getirdi, su sesi sınır muhafızınınkine karıştı deliliğin, dehlizin içine çekti elfi. Yağmurla, sadece gözyaşı değerini yitirmedi; deliliğin sınırını silip attı; evet artık emindi haklıydı deliliğin sınırı yoktu. Hüzün dört bir yanından ona eşlik ediyordu, deliliğini bir parça çekilir yapmak için üzülmesi gerekenleri ona göstermeye çalışıyordu. O kalkan gibi teslim olmamalıydı, bir defa daha ayağı kayıp o dehlizin en karanlığına düşmeden önce hüzünle olan buluşmasının keyfini çıkartmalıydı. Talim alanına bakan gözlerden bir çifti böylesine bir muhafıza aitti. Güvendiğiniz muhafızlardan birine. Belki fazla düşünmediğiniz, unuttuğunuz, dehlizlerde bıraktığınız. "Yok, önce kendin bir şeyler yapmalısın, hüzünle dost olmalısın yoksa deliliğin sınırı yok..."
----------------------------------------------------------------------------------------
Komutanın zırhında meşalelerin yansıması ve parlayan yağmur tanecikleri… Hızlanmaya başlar alevle buluşur, gecenin içinde gece. Gök gürültüsü. Şimşekte bir an görünen gölge... Tacirler son kez kontrol eder atları. Oradan oraya koşturan adamları... Gök gürültüsü. Şimdi yağmurun sesi, toprak kokusu... Huzur bulmak kimi için kimi içinse gözyaşı. Gök gürültüsü. Gilber şüphelenir, ortağına fısıldar. Öteki etrafını kontrol eder. Şimşek çaktığında oradan oraya koşturan gölgeler... Hançerde eller... Yağmur... Yılların oynadığı, elflerin eşlik ettiği orman oyunu, ağaçların gizlediği... Korku, korku öyle ki elinde tutabildiğin sadece korku... Belki en güvenlisi komutanın yanı, gururu kırıp yanına mı varmalı. İki tacir adamlarını toplamış kendini güvene almış... Gök gürültüsü... Peki seni koruyan ne sınır muhafızı?
----------------------------------------------------------------------
Gölgeler Canlı "Silahlar kontrol edildi, gözler en değerli olan saniyeler için açıldı; Gölgelere saldırı..." Mandolin çılgınca çalınıyordu şimdi Muile söze devam etti... "Fazla seçenek yok bildiğin numaraları gösterme zamanı. Elfler oklarını kullanmaya başladı: Sanki boğazlanan bin bir yaratık vardı. Uzak temas bitti çelik ve et sesi şimdi daha iyi duyuluyordu. DarkFang yanı başında, düşmanın olmadığı için şansı hissediyorsun. Önünde onun yıktığı bir düşman, can çekişiyor diğerlerinin cesaretini kırmaya yetecek mi? Sıra sende, sıra sende… Sıra sende. Dehlizde çırpınmak, meşalenin etrafında savaşma sırası sende. Kılıcını savuruyorsun olamaz, hayır olamaz gölge hala ayakta, kolunda inanılmaz bir ağrı..." Dinleyenler dehşet içinde... "Hayır, olmadı, birinci darbede yıkamadın onu. Çelik çelikle çarpışmıştı. Uruk-Hai'nin kalkanı, umudun sonu mu? Hızlıca kendini geri çekiyor bu sefer saldırıyı bekliyorsun: Fazla gecikmiyor derinden gelen o nefretle bağıran düşmanın hamlesi. Şanslısın iyi eğitildin ve hızlısın, gerektiği şekilde ağrıyan kolunu kaldırıp hayatta kalıyorsun. Tam o sırada nefesini hissettiğin Uruk-Hai boğazlananlara katılıyor. Bir çift söz karanlıkta, meşale hala görünüyor dehlizinde ' Bu kadar basit' diye bir söz söylüyor dostun. " Dinleyen: "Bu DarkFang" Muile: "Tabii ki... Bir kez daha senin maceraya devam edeceğini müjdeliyor. Dehlizde olsan bile..."
--------------------------------------------------------------------
Savaşta binlerce hikaye Çığlıkta son bir acıklı hikaye. Seni anlatan son haykırış. Acı, inanılmaz bir nefret. Krallardan Theoden'in söylediği gibi "İnsan bunca nefrete karşı ne yapsın?". Savaşacaksın; bir hikaye binlercesine karışacak. Savaşlar yazılacak seninle Yeşil Orman'ın sınır muhafızı. Geri çekiliyorlar... Karanlıklar içine... Şimdi yağmur sesi... Birkaç meydan okuma... acı çekenlerin sesleri ile, beyninde ölüm korkusu. Kazandın kazandın; biraz daha zaman ormandakiler için. Savaşta düşmanını gördün, nefret kuyularından suyu içtin. Onlar sana asla acımayacak, anladın. Birkaç saat sonra gün ışığı, yağmur kısa bir aralık verse de yine devam ediyor. Perişan tacirler, savaşa o eski kuleden katılan sevgililer, kamp komutanı, karanlık elf, dostların ve sen binlerce hikayeyi yazdınız. Savaşta.
----------------------------------------------
Karanlık komutan "Bu seferki saldırı ince planlanmış ve bir hedefi var gibiydi..." Kamp komutanları durum değerlendirmesi yapıyordu. Kayıp sayısının bekledikleri kadar çok değildi ancak düşmanlarının kampı zorlaması kararlı olduklarını gösteriyordu. "Onu gördünüz öyle değil mi? Bildiğimiz düşmanları sanki daha organize hale getirmiş. Önlem almalıyız. Gözcüler arttırılsın ve şu casusları dinlemek istiyorum en kısa zamanda." Emirler yerine getirilir... Bazı Haradlı insanları casusluk konusunda ikna etmişlerdi. İyi ödenen gelire hayır dememişlerdi. Orklar arasından da açgözlülükleri sayesinde zaman zaman bilgi alabiliyorlardı. Bu seferki saldırı hakkında verilen bilgiler endişeyi arttıracak türdendi. "O mu? Evet artık biliyorlar sizin ormanınıza girdiğini, o tacirlerle... Hehe hee adını mı merak ediyorsunuzzz?". Komutan bir el işareti ile kesenin ork'a teslimini sağlar. Keseyi veren, yüzünde iğrenme ifadesi ile "Konuş" der. "Adını daha öğrenmem mümkün olmadı, çok yeni, uyanık, bilmediğimiz karanlık büyü sanatları olan bir dişi insan... Ona karanlık komutan dediklerini duydum." "Ne istiyor, bizi alt etmesi mümkün değil ki?" "Amacını onlar daha iyi bilir" Ork çadırın dışına yönelir, diğerleri onu takip eder, işaret eder. Gösterdiği tacirlerin kaldığı çadırdan başkası değildir. Komutan orka bakar ve "İyi iş!". Casus ayrılır. Diğerleri sessizce çekilir. Komutan düşünmeye başlar. Kraldan gelecek haberi beklemeli midir? İsmi sürekli tekrarlar "Karanlık komutan, karanlık komutan....karanlık...karanlık" Muile bir an duraksar: "Valinor'un iki ağacının ışığını görmeyen elflerle, görenlerin karanlıktan anladığı ne olabilir? Noldo komutanla, DarkFang'ın anladığı karanlık aynı mı? O komutan, Valinor'dan iki hatıra olan güneş ve ayı her gördüğünde düşündüğü Valinor değil mi? Ya o iki ışıktan öncesini bilen karanlığın elfi DarkFang ışık denince yıldızları düşünmez mi? Buradaki karanlık yüreklerin karanlığı olsa gerek. O karanlık komutan,karanlık." Dinleyenlerden:"Onu tanıyor muyuz?" Muile:"Sadece hikayelerden genç dostum."

-----------------------------------------------------
Bir parça nefret "İhtiyacınız olan sadece bu!". Karanlığın komutanı yakalanan iki casustan birini, adamlarının önünde katlederken bu cümleyi kurmuştu. Devam etti elinde birincisinin kanı hala ılık iken. "Yeterince açık olabildim mi? İhtiyacınız olan benden korkmanız..." Diğerine gülümsedi ve kamasını boynunda gezdirip diğerinin kanını onun üstüne sürdükten sonra serbest bırakılmasını emretti. "Sen casusluğa devam edebilirsin iki taraflı olduğunu biliyorum. Getirdiğin bilgilere ihtiyacım olabilir... Bırakın" Tutuklu olanlar sadece casuslar değildi. Geceki saldırıda korkaklıkları görünen birkaç orkun da aynı anda idamını sağladı. Acımasızdı... Sanki hiçbir zaman zayıflığa tahammül edemeyen karanlıkların efendisi Morgoth'un bir suretiydi. Kahkahalar atarak karargahının bulunduğu alana doğru yöneldi. Gün idamlarla başlamıştı, onun için bundan güzel tek bir şey olamaz gibiydi...
---------------------------------------------------------
Nefretin fazlası Bölgedeki orkların başındaki uzun yıllardır böylesine tehlikede hissetmemişti kendisini. Hatta o sabah idam edileceklerin arasında kendisinin bile olabileceğinden korkuyordu. Korktuğu olmasa da nefreti tatmanın kıyısına geldiğini hissedebiliyordu. Hayır biliyordu. O büyücünün casusu öldürürken bir anlığına kendine bir bakış attığını görmüştü. İşte korku böyle birşey olmalı dediği anlar bunlardı. Kesinlikle bu kadının elinden kurtulmanın bir yolunu bulmalıydı. "Ama nasıl?" Beynini kurcalayan soru buydu. "Önce içeridekiler temizlendi, sıra elf pisliklerinde. Aslında onlardan kendi adamlarımdan iğrendiğim kadar iğrenmiyorum. Yetenekli yaratıklar, ama ukala oluyorlar, fazla bilip nefret duygularımı kabartıyorlar." Bu konuşmayı yapan Karanlık komutan, dinleyen ise uzun zamandır tutsak olan birkaç sınır muhafızı idi. Karargahın yakınındaki zindanda tutuluyorlardı. "Artık zamanı geldi bir parça daha nefret verelim, herkes içsin, herkes payını alsın. Duygular keskinleşsin... Söylediğim gibi yapın." Zindandan çıkartılıp az önceki meydana getirildiler. Hepsi büyük acının sona ereceğini anlamıştı. Elfçe son vedalarını ettiler. Karanlık komutanın mesajı okundu. "Onlar az önce ölenlerden şerefli yaratıklar, türünüzün onlar gibi savaşçılara sahip olup olmadığını görmek gerekecek." İkisi dışında hepsi idam edildi. Temizin kanı kirliye karıştı. Biraz daha nefret verdi. Fazlası ve daha fazlası. İki sınır muhafızı gönderildi. Nefreti anlatmaları için.
------------------------------------------------------
Yağmur Yıka sil ellerdeki kanı, deliliğin sınırlarını sildiğin gibi... "Bu acımasız dünyada şerefli bir yaşam ve ölüm tek istediğim.". Gözyaşları kurumuş iki muhafız Yeşil Orman kampına girdiğinde dudaklarından bu söz döküldü, deliliğin sınırlarını aşan elften. Onları görünce dün yaşadıklarının hiçbir şey olmadığını anlamıştı. Hemen yaralıların olduğu bölüme taşıdılar onları. Bu iki muhafızı izleyenler en korkunç duyguları içinde yeşertiyordu. Giderek ağırlaşan yükü. Elvenil bir an bağıran adama bakamadı, IronFist "Mertçe bir savaş değil bu..." diyebildi. Yağmur devam etti. Binlerce yılı yıkayan yağmur hala çabalıyordu. Elfler çabalıyordu, bu düşmandan kurtulmanın bir yolu olmalıydı. Yağmur akıllara girdi, gözyaşı olarak çıktı ve onları da sildi... Elvenil şimdi ağlıyordu. "Öldüklerini sanıyorduk oysa ki, daaha önce tutsak düşenlerin hiçbiri dönmemişti. Korkunç durumdalar IronFist." IronFist'in omzuna yaslanmıştı. IronFist onu uzaklaştırırken "Gel sevgili, bunun için buradayım şimdi daha iyi anlıyorum."
--------------------------------------------------
"Demek bilmediklerimiz bu kadar çok, komutanlar gizlemiş olmalı." "...Moraliniz bozulmasın diye..." IronFist'in Elvenil'e cevabı. "Neden şimdi, neden bıraktılar onları?" "...Casusların söyledikleri doğru olmalı. Yeni gelen moralimizle de oynamaya başladı..." komutanın yardımcılarından birine cevabı. "Bu pis numarayı kullanması, gerçekten bizden istediği birşeyler olduğunu gösteriyor." "Zafer, itibar... Olabilir mi?" DarkFang'ın sesli düşündüğü bir anda genç muhafızlardan birinin fikri ve sorusu. "Burası hiç güvenli değilmiş. Yolculuğun bu kısmı en zor olanmış. Kendi adamlarımız olmasa belki de..." "...Ölmüştük." Gilber'in cümlesini tamamlayan genç ortağı. "Haaayırrr... Aahhh" "Tamam, artık bitti..." Yaraların acısıyla haykıran, işkence çekmiş elflerden birine verilen bir söz, şifacı tarafından. Kampta huzursuzluk. Kısa konuşmalar... Yağmur dinmemişti. Gün ilerlemeye başlamıştı.
-----------------------------------------------------
Kendi dünyamdan Şimdi içinde bir korku. Ya onlar kadar cesur olamazsam. Suçlanır mıyım? Affedebilir miyim bir daha? Acı denilen, beynimin oyunu; rahat bırak bizleri... Aslında onca şımarıklıkta hep güvendeymişim? Kendime çok dalmışım. Dehliz belki de sığınağım. Nasıl olsa kimse sevmez, kimse orası için mücadele etmez. Şimdi daha ağır yükler; dehlizin dışındaki ışık gerektiğinden parlak. Hüzün yanımda gelmeyecekse, yeni dostlar mı bulmalıyım... Hislerin bana en büyük dostu; hüzün olmazsa, ben yine ben olmam evet eminim. O zaman çıkamayacaksın...Bulman mümkün değil yeni dostları...Sen kendi dünyana hapis kalacaksın. Her seferinde deneyecek ve elinden tutan dostları karanlıkta kaybedeceksin. Gidenin ardından karanlığa dalıp kendi dünyanda arayacaksın. Hep bulmak istediğin yerde, kendi dehlizinde kalmasını beklediğin, kimse orada uzun süre kalmayacak. "Sus artık" "Beni kendi dünyamda hüzün ile bırak" Karanlık öyle bir şey ki seni her şeyden kıskanacak, sarıp sarmaladığında seni, dünyan olacak. "Ben de yeniden başlayacağım. En baştan bilmiyor gibi, unutmuş gibi. Tanımıyor gibi. Önce kendi dünyamdan. Önce karanlıktan" -Hey oradaki sallanma nöbet zamanı.........
----------------------------------------------------
Binbir dert Yeşil Ormanın sınırları boyunca bu tür kamplar kurmuştu muhafızlar. Bu kez komutan en güçlü oldukları yerden saldırıya uğramalarını, casusun söylediklerini düşünüyordu. Şu ulaklardan da dünden beri bir tek ses çıkmamıştı. Gidip o yabancılarla da konuşmayı hiç mi hiç istemiyordu. Ama eli mahkumdu. Kampı dolaşmak bahanesiyle kısa bir ziyaret yapacak belki bir açıklama isteyecekti. Yaralıları bile ziyaret etmeden önce diğer kamplarla aralarındaki bağlantıları kontrol etti, gerekli emirler alınıp verildi, fikirler tartışıldı... Binbir dert... En küçük ihmale yer yoktu. İlk defa kendini büyük baskıda bulmuyordu elbette, ama içini bulandıran birşeyler vardı. İsmi tekrarladı "Karanlık komutan, gel de kozlarımızı paylaşalım." Aklından geçen ise sadece bu değildi. Savaşlarda gördüğü cinsten bir savaşçı-büyücü ile karşı karşıya olduğunu tedbirli olması gerektiğini biliyordu. Binbir derdin içinde Yeşil Orman Kütüphanesi'ne bilgelere bir ulak daha gönderdi. Onun gücünü tam olarak bilmeliydi... Binbir dert... "Karanlık komutan ha?İstediğin neyse alamayacaksın" Gilber'in çadırı Gilber:"Binbir derdinizin arasında bizimle ilgilendiğiniz için teşekkür ederim....Şey..." "Heldring. adımı soruyorsanız." Soğuk rüzgarlar estiği her halden belliydi. Komutan sorguya gelmiş gibi davranmamak için çok uğraşsa da belli oluyordu. Gilber:"Komutan Heldring, beraber savaşmak gurur vericiydi, ancak bilirsiniz biz birer savaşçı değiliz daha güvende olabileceğimiz ormanda bir kaleye naklimiz mümkün mü?" adamın isterken pazarlık yapmaya çalışan bir ses tonu vardı bu sefer. Heldring yanıtladı, net bir ifade ile:"Ormanın sınırlarından girmenize şu aşamada izin veremeyiz. Taşıdığınız her ne ise bize gösteremediğinize ve krala gönderdiğiniz mektup ile güvenirliliğinizi sağlamaya çalıştığınıza göre bekleyeceksiniz." O anda verdiği bir karardı. Sorumluluğu almıştı... Binbir dert... Genç ortak söze karıştı: "Nasıl olsa bugün haber gelecektir Gilber." Heldring ayrılırken hafif bir selam verir: "Elbette." Sır vermeyeceklerini anlamıştır, bu tacirlerin. Onun için yaralıların yanına gitmeyi seçer...
---------------------------------------------------------------
Biz üç ortağız Altın, mücevher senin elindekini bana ver Benim elimdeki senin, güzel bir söz ediver Sıkarken elimi, iyi bir anlaşmada Yüzünde gülümseme, aklında neler var daha Bir, iki değil sıkacağın el Ellerimiz değerlidir, kıymet bil Biz dolaşırken Orta Dünya'da Gel sen de katıl alışverişe Bir iki değil üç ortağız biz Tedbiri biliriz Tilkilerin kuyrukları dönerken Zihnimizde, Seni kandırmamızı istersen Elimizde Biz üç ortağız iki değil Bunu iyi bil Muile'nin tekerlemesi şüpheli şüpheli bakan elf kızının hoşuna gitmiş olacak ki "Sır verir gibi, üçüncü ortak kim ki?" diye ekledi. Muile öyle sevinmişti ki sanki sonsuza kadar çalabilecek gibi: "Söylemeli, zamanı geldi".
------------------------------------------------------------------------------------
Muile sırrı verecekmiş gibi yapar. O gece hikayenin biteceğini düşünenleri merakta bırakacak mıdır? Anlatır: Fazla tedbirliydi. Dikkat çekmeden yolculuğu buralara kadar sürdürmesi bunun kanıtıydı. O, üçüncü ortak, en güzel kumaşlarla yollarda ama hep arkada. Sıradan bir günde komşu krallıkta ortaklardan uzakta. UzakLiman'ın önde gelen tacir ailelerinden üçüncü ortak. Ortak dedimse aldanma, onlar ayrılmaz iki kardeş. Genç yaşlarında birbirlerine destek olarak küçük servetlerini büyüten erkek ve kızkardeş. UzakLiman'dan her ayrılışlarında sanki fakir, döndüklerinde yeniden zengin. "Sence numaramız işe yarayacak mı, kızkardeş?" "Sence?" "Bu kez en zor olanı, UzakLiman konseyi böyle bir şeyi niye bize..." "Şşştt, biri geliyor." Mandolin sustu. Hep bir ağızdan uğultulu homurdanmalı bir koro gibi sesler çıkartan dinleyici. "Yeterince tanıtmadın ama..." "Yok yok bu adam bizle dalga geçiyor." "Hey bizimle oynuyor musun ne?" Muile durun der gibi ellerini kaldırır ve "Başka bir yere bağlı, onun için..." Az önce üçüncü ortağı soran elf kızı: "...Offf" Mandolin telleri tekrar hareketlenir, homurtu biter, yine Yeşil Orman sınırına götürür dinleyenleri.
-------------------------------------------------------
Yaralılar Onlar en ağır yükleri sırtlayanlar. Kimisi yaşam boyu taşıyacak izleri, götürdüklerini. Hiç mi bir şey kazanmadılar; göstermek için çadırlarına gidecektir Heldring. Çok yeni, hala acıyor olmalı ki kendine geldiğinde kendini tutmaya çalışıyor. Onu tanıyor komutan dün gece sancağın yanında okla yere yıkılan. "Nasılsın, iyileşeceksin..." Konuşmaya çalışıyor, tek kelime edemiyor acıyla başını sallıyor onaylarken. Heldring diğer yatağa dönüyor, "Siz hiç unutulmayacaksınız, hikayelere canınızı katan sizler Yeşil Orman'la huzur içinde yaşayacaksınız. Sizinle gurur duyan halkınız sizi asla yalnız bırakmayacak." Yataktaki; "Ben devam edeceğim, göreceğim daha çok savaş var". Heldring bu sefer daha mutlu diğer bir yaralı: "Kurtaracak çok can, katledilecek ork olduğu sürece." Heldring saatlerini onlarla geçirmek niyetinde gibiydi. Ama olayların dışında kalamazdı. Yan bölümde işkence görenleri sormadan edemedi. Şifacıların hala onlarla ilgilendiğini öğrendi, henüz konuşacak durumda değillerdi. "Bir şey söylediler mi?" diye üsteledi... "Nefret ve..." "Ve?!?" "Daha fazla nefret" Yaralıların yanından tekrar geçerken: "Onlara iyi bakın, hepsi bizim gözbebeğimiz." --------------------------------------------------------
Yağmur dinerken uzaklaştılar Gece kaybedilenler büyük bir itina ile ormanın derinliklerine taşınmak için hazırlanıyordu. Önceden yaşayan, savaşan bu elflerin her biri, birer mücevherdi artık. Sınırda zaman hızlı işlerdi, uzaklaştılar... Huzur içinde uyumak için Mandos'un salonlarına gitmeden önce Yeşil Orman'a veda edeceklerdi. Yağmur dinerken uzaklaştılar. Birkaç gözyaşı ile, ağırlığını hissettiren Orta Dünya hikayelerindeki notalar ile. Gidenlerin ardından IronFist, Elvenil'e en son böylesine duyguları yaşadığı savaşı anlatacaktı ki; Elvenil sonrasını bildiğini söyledi. "Biliyorum IronFist bunun tam tersiydi, güneşle başlayan yağmurla biten: O korkunç günü bilmez miyim?" IronFist sıkılarak: "İşte o son savaşımdı, düne kadar. Onlar! O şeyler.Bunca zararı verirdiler?!? Belki de tanrıların hepsi iyiliğe hizmet etseydi hiç savaş olmayacaktı." Elvenil: "Ama etmediler." IronFist kendini toparlayıp güçlü olmaları gerektiğini bildiğini göstermek istercesine, Elvenil'in gözlerine bakarak "...Ve etmeyecekler..." Yağmur dinerken uzaklaştılar, bulutların arasından çıkan güneş ile.. Birisinin aklında, anılarda kalacak soğuk güneş ışıklarının yıkadığı sınırdan uzaklaştılar, dinginlikle.

--------------------------------------------------------
Acımasız Elinde ne varsa kullan, gücünü göster. Acımasız ol ki zayıf olmadığına inansınlar. Hepimizin zayıflıklarını arar dururlar. Seninki de hep güçlü olmak olsun ki zor bulsunlar, zor alt etsinler seni. Kolay kolay cesaret edemesinler, göze alamasınlar, üstüne gelip elindekileri almadan önce düşünüp zaman kaybetsinler. Haklarından gel, daha kıpırdanamadan onlar yerlerinden. Karanlıklar içinde tek düşündüğü tek yaptığı bu olmalıydı, ismini bile vermeyen Karanlık komutanın. İsmini vermiyordu; kimse ona hitap edemezdi çünkü. Adını unutmuştu çünkü. Onu hedef seçeceklerin elinde ismi bile olmayacaktı ve kimseye de ihtiyacı yoktu. Karanlıklar içindeki zindan gibi karargahında, sabahki nefretin ona güç kazandırdığından emin, kendisi için insan sesi ile söylenmekte olan şarkıyı dinliyordu. Karanlığın tadını çıkartırken hep böyle yapardı. En güçlü olduğunda hep böyle yapardı. Dışarıda adamları gelecek yeni emirlerin korkusu içindeyken, o bunu bilerek zevk içinde meyve tabağından yer, kendine kadeh kaldırır ve kimsenin ondan hesap soramayacak olduğunu bilir zevk alırdı. O anda kimse karanlıklar içindeki salona yaklaşmaya bile cesaret edemezdi. Güçlüydü işte. Hep istediği gibi. Acımasız olduğunu anladığı Orta Dünya ile yaptığı anlaşma buydu. Bir parça nefret ve daha sonra daha fazlası ve karanlıklar içindeki salon, o andan daha önemli olabilecek birşey olamazdı. O haz duygusu tüm zevklerin doruk noktasıydı. Acımasız... ve güçlü. Kapısının önünde biriken güruh aslında bunu hak ediyor gibiydi. Hepsi zayıftı. Onunla aynı yerde bulunmayı hak etmediğini düşündüğü, basit düşüncelerle hareket eden, Orta Dünya'nın lanetli, geleceği olmayan, sadece kullanılmak için yaratılmış, aşağılık, kıpırdanıp durmaktan başka işe yaramayan, ruhsuz yaratıkları. Kahkaha atmamak için kendini zor tuttu, ona şarkı söyleyenleri düşünüp: "Onlar değerli, hiç değilse bir yetenekleri olduğuna eminim". Acımasız olmak böyle gerektiriyordu, en değerlileri elde etmek, gerisini ise kullanıp atmayı. Aynalarda yüzünü aradı bu sefer. Birinden diğerine dönüp baktığında tek kelime etti kendi kendine "Acımasız".

---------------------------------------------------------
En iyisi En iyisi kıpırdanıp dursunlar. İzlemeli biraz. Merak etsinler, öyle ki kendilerini ortaya koysunlar. Önce kendi adamlarına güvenmeyeceksin, en çok onlar nefret eder senden. Önce oların nefretini bastıracak birkaç şey vermelisin: Merak, korku... gücünü hissetmeleri gerek, o zaman istedikleri gibi kıpırdanıp durabilirler: Karanlık komutan sabahtan beri tek emir vermemişti. Orkların lideri ise dünkü mağlubiyetten sonra etrafındakileri birarada tutmayı nasıl da başardığını gördüğü bu dişi insandan ölesiye çekiniyor, artık bir emir alıp bir şans daha elde etmeyi umuyordu. Beklediler, kıpırdanıp durdular ve beklediler. Sınır muhafızı DarkFang o gün IronFist'e yol gösterecek, onunla ilgilenecekti, ancak dünkü saldırı pek hesapta yoktu. Talim alanında buluştular DarkFang söze girdi hemen: "Dün hayatta kaldığına göre, sana güvenmemem için pek bir sebep yok. Beraber çalıştıkça numaraları öğreneceksin..." Ve geçen gece kendi kendine söylediklerini eklemekle yetindi ve şöyle bitirdi: "...Bu kadar basit".
IronFist'e yaklaşan yenilerden, hani deliliğin sınırını aşan elf ise: "Dün hayatımı bu cümle ile kurtardı." IronFist biraz rahatsız: "Onlarla çarpışmanın başka yolu yok, asla pes etmeyecekler biz onları yok edene kadar." Bir başkası: "Doğru konuştun, sırası geldiğinde hatırlarım söylediğini" derken alaycı bir gülüş ile uzaklaştı yanlarından. IronFist az önce DarkFang'ın hayatını kurtardığını söylediği elfe dönerek: "Nasıl?" Cevabını alır: "Aynen söylediği gibi işte." Ironfist: "En iyisi!" Kampta çatışma sonrası düzen tekrar sağlanmaya çalışılırken habercilerden ilki geri gelmiştir. Kralın mesajı ile: Heldring sabırsızlıkla mesajın ellerine geçmesini beklerken hemen çadıra alınmasını emreder. Haberci artık yanındadır. Haberci: "Kralın istekleri." diyerek rulo halindeki kağıdı uzatır. Okurken: "En iyisi, kralım... En iyisi."
------------------------------------------------
Hep beraber Sınırda, bir Orta Dünya hikâyesinde oradaydı orman. Şarkılar söylendi, ağıtlar sevgiye karıştı. Bir kez daha yüceldi ruhlar. Bir kez daha hep beraber söylendi sevgi sözcükleri. En yakınından en uzağına, elflerle orman bir kez daha hep beraber ağladı onlar için. Ruhları gitmeden önce Valinor'daki salonlara ormandı sevdiği, elflerin evi.. Evdi ilk gideceği o soğuk sınırdan, evdi içindeki ateşi yakan, sevmekti. Yaprakları savuran hep beraber, öylesine güçlü öylesine ahenkli rüzgâr: Hep beraber aynı yöne eğildi kadim orman... Sevgili elfine selam verdi, mücevherini teslim etmeden önce törene çıkmıştı ağaçlar... Hep beraber. Gözyaşı dökebilenlere hayran, onlarla konuşmaktan bile bazen korkan; gezgin bile şöyle bir durup düşündü: "Onlar hep beraberler".
--------------------------------------------------
Onları orada tut... Sonsuzluğun filizleri "Öyle ki iştahları kabarsın. Ellerinde ne varsa üstüne sürecekler. Takviyeler yolda ayrıca sınır boyundaki diğer birliklerle irtibatta olacağını biliyorum. Onları orada tut. Sonuçta gücümüzü gösterme fırsatı ve bir başka konu da senin ellerinde, bizim için en iyisi bu." Heldring son paragrafı defalarca okudu, o pekçok sınır komutanından sadece biriydi ancak bulunduğu durum çok önemliydi. herşey bu seçkin birliğin üzerinde yoğunlaşıyor gibiydi. "En iyisi kralım, en iyisi..." Muile bir an duraksar: Yeşil Orman'ın bu uzak köşesinde onu dinleyenlere birşeyler söylemek istemektedir. "Bu orman için çok şeyler atlattığı söylenir. Cesaret öyküleri... Savaşçıları, bilgeleri... ve dostları ile hala ayakta. Birgün felaket olursa diye düşünenler; kalbi hızla çarptıkça bir kişinin bile buranın anısı ve adı ile, sonsuzluktur onun için bu." "Peki ya ağaçlar, onlar yok olsa bile mi?" "Evet çocuk,en son verdiği filiz o kalpten duyacağın bir Yeşil Orman hikayesi olacak.Sonsuzluğun bir filizi daha büyüyecek bir başka Arda baharında. Orman olacak dilden dile, dost kalplerde: Sonsuzluğun filizleri"

---------------------------------------------------
Muile'yi gece geç saatlere kadar dinleyenler "Tekrar döneceğiz" dedikten sonra yavaş yavaş dağılmaya başlarlar. Gidenlerin ardından ozan: "Burada olacağım..." Ateşin sıcaklığı ve çıkarttığı o güzel ses ona evde olduğunu hissettiriyordu. Geçen geceki o korkunç yalnızlık duygusu artık yoktu. Oturduğu devrilmiş ağaçtan inerek sırtını dayadı, battaniyeye sarıldı. Şimdi ateşi dinliyor, içinden çıkan sarı,turuncu,kırmızı renkleri ile ninni söyleyen biri gibi görüyordu. Bir elf rüyasında; yılların yüklediği ağırlık ve yaşanmışlıkla, gözlerini kapattığında gördükleri ise anlatılacak bir başka hikaye idi. Öylesine güzeldi ki korkutucuydu... Müzik ile, yavaşça geçip giden yılları tekrar yaşatırcasına. Şarkı söyleyen ama hüznü de eksik etmeyen yıllarla bir hikaye. Ateşin sıcaklığı ile sanki güvende olduğunu bilircesine, bir Yeşil Orman gecesinde rüya görerek, elf dillerinde konuşanların kadim hikayesini görerek, uyudu Muile.
------------------------------------------
Muile'nin rüyalarından biri CursedFeanor'un diliyle Not: ' "Yeşil Orman nerelerdesin?" der bir ses' ; isimli hikayeden alıntıdır: Yıldıza gidecekti sadece gözleri kör edecek bir ışık ve oraya varacaktı,Bir yıldızda Elenhaira ile buluşacaktı.Kimse göremezdi ve bilemezdi onların buluşacağı yeri.Hep böyle olmuştu ve bembeyaz bir yıldızın kalbinde tekrar buluşacaklardı yine.Donmuş bir göl her yer bembeyaz gökyüzünden yağan ışıl ışıl tozlar,ve beyaz pelerininin kapüşonunu indirerek gülümseyen aşkı....................... Gözler: Sanki yaşlarını dökecekmiş gibi dolu dolu,Feanor'unki. Nerdanel'in ki sevgiyi anlatacakmış gibi anlam dolu. Ve eller: Aşkına uzanan ve ikisi arasında gözlerden sonra bir başka köprüyü kuran. Sözler: "aşk,sevgi,saygı,özlem,belki biraz acı,anlık bir mutluluk,merak,endişe,sahiplenme,koruma,tekrar tekrar aşk...". Buzdan göl: Üstünde tanrıların izleri olan donmuş su parçası. Onlar için bırakılmış birer çift paten.Elflerin buzdan göldeki danslarının zamanı. Ooo göldeki buzlardan yansıyan görüntülerde Yeşil Orman'ın ağaçları. Evet evet müzik, sürükler onları birbirlerinin kollarında. Sanki Yeşil Orman'ın salonlarından birisindelermiş gibi. Tanrılar:Kimse bilemez demiştim ya o yıldızı yanılmışım. O gecede o kadar parlar ki artık herkes,kalbinde bir parça sevgi olan herkes bilir. Bilirler ki yıldız en iyi evsahibidir. Düşündüğün yerde gibisindir. Ve tanrılar tekrar onlarladır, aynı gölde, buzlarda danslarını yaparlar,bir süreliğine... Onun kollarında: Bembeyaz bir yıldızda,bembeyaz giyinmiş iki elf birbirinin kollarında. Konuşacak o kadar çok şey vardır ki. Dudaklardan dökülen şiirlerdir. Hızla kayarlar buzların üstünde ışıl ışıl yıldız tozları dökülürken,ve tanrılar zaman ve mekanın dışında kalan bu elflere eşlik eder. Sevenler, rüzgarı hissederler ve "seni seviyorum " diyerek devam ederler dans etmeye.......
-------------------------------------------------
Bir başka rüya yine dans yine ElenHaira ve CursedFeanor: Not:"Ormanda bir gezinti isimli hikaye'den alıntıdır. Gece ilerliyordu ve kimse gelmiyordu sadece yıldızların yaklaştığını görebiliyordu.Kimse yanına gelmiyordu.Herkesin unuttuğu bir yer ve zamana sıkışmış gibiydi.Zaten yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordu.Uzun süredir ateşten bir varlık olarak dolaşıyordu ormanda ama bu gece kendini aynada eskisi gibi görmüştü.Bu ne kadar sürecekti,belki de kimseyle konuşamadan ortadan kaybolacaktı belki o yıldızlardan birisine dönüşecekti.Bilmiyordu,sadece bekliyordu.Ve bu sefer salona geri döner,birden hayaller yeniden canlanmaya başlar.Ormanın sihirli güçleri yeniden inşaa eder geçmişi.Salonda elfler dans etmektedir,müzik kulakları okşamaktadır.Aralarından yürür,birkaç adım sonra yolunun sonundaki masadadır. Ve işte oradadır sevdiği uzun süredir beklemektedir onu.Yanına gelip, onu dansa kaldırır.Müzikle beraber uçmaktadırlar adeta.Zaman ve mekanın ötesinde dans etmektedirler.Ona ne kadar değer verdiğini ve daha pek çok şeyi söylemek istemektedir.Ama her seferinde sevdiği onu durdurup "Biliyorum" demektedir.Her şey rüyalardaki gibidir,daha söylenmeden bilinen sözler,sonsuzlukta birşeyler yaratıyor duygusu,tekrar tekrar yaşanan mutluluk anları.Şimdi kimsenin gelmesini istemiyor gibidir Cursed,artık o boyutta değildir sanki.Ama her dansın bir sonu olması gerekmez mi?Bırakalım şimdi dans zamanı olsun,ormanda bir gezinti sürsün başka bir zamanda ve hayallerde.Ve dans ederler salonu dolduran elfler.... Elinin sıcaklığı tüm vücuduna yayılır,şimdi hiç üşümemektedir ve elfler dans etmektedir.Boyutlar birbirine geçmiştir.Zaman geçmişte bir günü göstermesine rağmen her şeyi hissedebilmektedir.Evet oradadır,sevdiği ile dans etmektedir.Gözlerine bakmaktadır ve onların içinde kaybolmakta olan bir elfi görmektedir.Sevgili ne kadar da güzel bir varlıktır,gözlerinde kaybolmaya değer birisidir.Ve elfler dans ederler,müzik ruhlarını okşamakta,tüm dertler bir kenara itilmektedir.Ve elfler dans ederler sonsuzlukta yankılanması için güzel sözler söylerler birbirlerine.Onlarca çift dans etmektedir ve birbirine sevgiden bahsetmektedir.”Biliyorum” demektedir sevdiği Feanor'a.İlk yılların gençliğine uçurmaktadır onu bu dans ve elfler durmadan dans etmektedir.En kötüsü artık geride kalmıştır,artık savaşacak kimse kalmamıştır.Sonsuz ormanda bir salonda elfler dans etmektedir,tasalarından uzak tüm benlikleriyle müziğe bırakmışlardır kendilerini,sevdiklerine yakın daha yakın durmaktadırlar ve elfler dans etmektedir.Müzik sonsuz gibidir ve gece büyülüdür,rütbeler sökülmüştür artık kimsenin düşmanı yoktur,çünkü elfler dans etmektedir.Cursed "Seni seviyorum" asil lady "Biliyorum.Seni seviyorum".Ve yıldızlara daha yakındırlar şimdi.Hani hissedebileceğiniz zamanlar vardır ya yıldızları işte o kadar yakındırlar.Ve elfler dans ederler,birbirlerinin gözlerinde kaybolurlar sonsuzluğun çeşmesinden içmişlerdir artık Yeşil Ormanda bir gezintidedirler.Ve elfler dans ederler sonsuzluğa giden bir gecede Yeşil Ormandaki bir salon parıldamaktadır.O gece salonu dışardan görenler gözlerine inanamazlar ne kadar parlaktır adeta yıldızlar ile bir olmuştur.Ve elfler dans ederler müzik ruhlarını okşarken ormanda bir gezintiye çıkmışlardır......
----------------------------------------------
Ateşin Renkleri Birden ona dönerek konuşur kralı... Rüyadadır: "Sevgi ile çalan sen ozan; Yeşil Orman sensiz eksik olurdu. Biliyorum hep duymak istiyorsun; yeniden ve yeniden: Acaba doğru mu yaptım, istediğim duyguları verebildim mi dinleyen dostlara; diye içinde biriktiriyorsun. Ben kendi adıma mutluyum seni tanıdığıma." Muile saygıyla eğilir ve geri geri adımlar atarken salondakilere büyülü notaları gönderir mandolininden, kahkahaları ile: "Siz ve dostlarınız için..." Her güzel rüya gibi sonu vardır tabii ki bunların da. Uyanır; Sabaha karşı... Ateş sönmüş... İçi titrer... Rüyalardan çok az şey aklındadır, bildiği içinde Yeşil Orman ve asil duygular olduğudur. Buna layık olmalı birşeyler yazmalıdır... Dinleyenlerin içini titreten... Hani uzun zaman aralıklarında bir şekilde duygularıyla tekrar buluştuğunda hissettiğin, O serin ruhun: Hala kaybetmediğini anlayıp onu, mutluluğun izlediği hisler. O hisler, o ruh senin yaşama sebebin, geçmiş zaman hikayelerin. Kendisine yeniden bir ateş yakar, titreyen iç dünyasıdır. Memnundur bakmayın, belki dileği; yanan ateşte bir renk yakalayıp, rüyayı hatırlamak ve az önce düşündüğü gibi bir şarkı çıkartmak. O renkler hemen kendine sözcükler fısıldar mı? Bekler.
----------------------------------------------
Buluşmak istersin Daha önceden bilmediğin, Ama hep dinlediğin; Duygular... Önceden herşey ben, Şimdi ise sen. Sevgimle yaşatmalı, gözyaşı akıtmalı Eğer başaramazsam bir şarkı ile uzaklaşmalı, Sonsuzluğa, senin yanına. Orman bizimle; Bak hala seni görüyorum, Rüyalarımda. Biliyorum buluşmak istersin, Sevgi sözcükleri duymak; Yıldızları saymak, Hikaye dinleyip, gülümsemek; Sonra ormandaki tek ateşin başında, Aşığım sana demek. Yeşil Orman'da tanıdım seni, Buluşmak istediğim yer orası; Dans ederken elfler, Anlatmak gözlerimle sevgimi, Aşkımı. Muile ateşe elini uzatmış, sanki birine ulaşmaya çalışır gibi öylece kalmıştır. Toprakla buluşur elleri. Gülümser. Hayat devam eder.
--------------------------------------------
Yaşanacak Orman'ın yeni bir günü. Ateşin rengini, yaydığı ışığı görünmez kılmaya çalışır gibi. O kadim dalların taşıdığı yemyeşil yaprakların ormanından size oynanan bir başka oyun gibi. Gün. O gün yaşanmak için var, güzelliğini size ispat etmek için midir bilinmez elinden geleni yapar. Sizin elinizden tutar ki kıskandığının siz olduğunu anlayın diye. O Yeşil Orman günü; yalnız kalmaya dayanamaz. Dost sesleri olmadan yaşayamaz. Muile uykusuz, ama günün başladığı andan itibaren bir kez daha Orman'a hayran. Yakındaki köyden gelen sesler, yaşanacak birşeyler olduğunu söyleyen birileri. Büyük düşünmeye gerek yok, bilmediğin tanrılarla uğraşmaya gerek yok. Oradasın ve yaşanacak bir Orman günü var.
---------------------------------------------
O güzel sabahın içinde kahvaltı öncesi gezinti. Bir yanda ormanın içine yerleşmiş o köy diğer yanda gizemli, ağaçlarla süslü kayalıklar arasından ufak bir gölete dökülüp tekrar nehir olan, şelale. Keşif yapmak için bundan güzeli olamaz. Muile hemen kayalıklara yönelir, aşağılardaki gölet hedefidir. Gün şelale ile şarkı söyler, gün parıldayan su olur gözlerine "gel" der.Senin yapacağın aklına kazımak o güzel günü, bir şekilde hatırlamak huzuru ihtiyacın olduğunda. Kimseye veya hiçbir tanrıya hesap vermeden "oradaydım ve huzur zaten benimdi" diyebileceği o anları. Aşağıya inerken kenarına kadar yaklaşır kayalıkların ki hep gözünün önünde olsun o harika doğa. Ozanı bir anda etkisine alan, geçen gece nasıldı onu bile unutturan orman, böyleydir işte. Göletin başında, serin sularda aksini görmek: O da ne; tüm dostların etrafında o yansımada. Muile ile gülmekte sesleri şelaleninkine karışmakta... Sadece yansımada, o göletteki sihirde; bir kez daha ormanda. Şimdi göletin kenarında, çimenlere sırtüstü uzanıp ellerini başın ile bir taşın arasına koyarak yukararı bakma zamanı. Gördüğün sular hep oradan, hep o kayalıktan dökülmekte seni hayran etmekte. Güneş hala yükselirken, kimseler dostlar dışında kimseler buraları bilmez iken sen sırtüstü uzanmış "hayat güzel" diyebilirsin, demelisin sadece ormanın hatrına sadece o güzel günün hatrına bunu borçlusun dostlarına. Muile öyle yaptı hala güneş yükselirken. Sonsuz sular melodilerle,yansımalarla ve bir gökkuşağı ile ona eşlik ederken.
--------------------------------------------------
Gökkuşağı Bu farklıydı, güneş ve su izin verdikçe eğer gözlerinin oyunu değilse gerçekten orada: Gökkuşağı. Belki de yaşamın anlamlarından birine bu kadar yakınsın. Hissedebiliyorsun; şelalenin sana oyun oynadığına eminsin. Öyle bir oyun ki sana söylüyor gökkuşağı, elf: -Arda'nın sonuna kadar yaşamaya kararlı mısın? -Belki,kimsin? -Benim Gökkuşağı. -Niye böyle bir soru sordun şimdi? -Belki senin benim hikayemi anlatabileceklerden biri olduğunu düşündüğüm için... -Hikayeni dinlemeyi çok isterim. Ben Muile, hikayeler benim yaşam sebebim. -Öyleyse benim hikayemi bilmen gerekirdi. -Beni şaşırtıyorsun Gökkuşağı, buraya ilk defa geliyorum, nasıl bilebilirim. -Ooo ozan Muile; müzik ile bana söyleyen sendin, Bendim hep dinleyen, bendim asıl dostun, bendim boyadığın notalarla. -Dur biraz orada; Ben sırf sen söyledin diye ... yani seni tanıyormuyum. -Sadece bilmeni istedim öyküm basit, senin gibi ozanlarla beslendim; siz söyledikçe renklendim,siz sustukça bekledim.Benim başka bir adım yok sadece Gökkuşağı. Öylece konuşmanı bitiriyorsun, şelalenin bir oyunu, seni düşündürüyor. Uzanıp gökyüzünü izlemeye karar veriyorsun. Muile öyle yaptığı için sen de öyle yapıyorsun, düşüncelerle gökkuşağı hayallerinde bu sefer gökyüzünü izliyorsun.
-------------------------------------------------------------
Fısıldamaya çekindiğin Tüm Arda'nın sonu geleceğine, tüm Orta Dünya'da dolaşıp duran hikaye anlatıcıların hikayelerine son noktayı koyacaklarına bir an inandırıyor kendini Muile. Bu yüzden tek kelime etmeden gelip geçen bulutları izliyor... O günden güzel birgün olmadığı için biraz şaşırtıcı bir son; bir oyun oynamalı, öyle bir kelime bulmalı ki; hikayelerin bitmediğine Arda'yı ikna etmeli. Fısıldamaya çekindiğin nedir Muile? Son kelimen nedir? Beni ikna etmek için son çaban ne olacak? Gözlerini kırpıştırıp güne söyleyebileceği bir şey var mı diye düşünürken, fısıldamaya çekinirken, bulutlardan yüzünü çevirip uzandığı yerde yan döndü; uzun çimlere bakarak "Benim irademse devam ederdim." diyebildi. Böylece hep o korktuğu büyük güce ayaklandığını kesinleştirdiğini biliyordu. Şimdi yerin yarılıp gökyüzünün tepesine düşeceği anı bekliyordu ki Gökkuşağı konuştu: "Deli, kendine ne kadar da güveniyorsun, hıhhı bir an sonumuz geldi sandım" Muile birden yerinden doğruldu ve bulduğu ilk taşı Gökkuşağına fırlattı: "Biliyordun!" Gökkuşağı alınmış gibi bir an kaybolup tekrar belirerek: "Senin bildiğinden fazla, demiştim beni besleyen çok ozan var. Ama şunu bil; ne kadar çok bilsem de bir an sonrasını bilen bir güçle tanışmadım şimdiye kadar." Muile şimdi biraz daha merakla: "Sonu belli bir oyun değil yani?" Gökkuşağı:"Sen iradeni kullanmaya devam etmelisin elf, bu sınır tanımaz tavırlar seni ilginç yapan şey, gerçekten o cümleyi kurarken ne düşünüyordun, tüm Arda senin demenle mi sona ulaşmaktan kurtulacaktı? Evet bunu düşündüğünü tahmin edebiliyorum, tüm ozanların sustuğu biran yakaladığına o kadar emindin ki..." Muile: "Konuşuyorlardı,hikaye anlatıcılar susmamıştı öyle değil mi?" Gökkuşağı renklerini değiştirerek: "Pek çoğu. Ama... Cesaretin etkileyiciydi, teşekkür ederim bu renk kırıntısı için." Muile:"Sonsuz karanlığa gömülebilecekken renk kazandığına seviniyorsun, işte demek istediğim noktadasın...." Her ikisi de bir ağızdan aynı anda tekrarlarlar: "Benim irademse devam ederdim."
-------------------------------------------------
Onu orada bırak Muile, şimdi aklından geçen tek şeyi yapacaktı. Gökuşağını selamlayıp yalnız kalabileceği bir yer aramak."Seni selamlıyorum Gökkuşağı, değer verdiğin için", Gökkuşağı gülümser gibi; "Kıymetli zamanını ayırdığın için elf; ben de seni selamlıyorum, yolun açık olsun." Şimdi göletin yanından ayrılıp o gizli vadide akmaya devam eden nehri takip edecekti. Gökkuşağı geride kaldı, tanrılar ve fısıltılardan uzaktaydı. Sadece düşünceler vardı. Az önce kendini ne kadar önemsediğinin farkına varmıştı, bu kötü bir şey miydi? "Hiç de değil" diye söylendi. Bir ağacın gölgesinde su sesi ile geniş bir düzlükte dinlenirken kendi ile ilgilenirken aklı ona sürekli birşeyler söylüyordu: "Bencil misin?" "Dostların olduğu hikayeleri özledim." "Düşler görmeliyim, bana onu orada bırak diyen düşler. Nefreti bir an olsun hissetmeyeceğim düşler. Sevgi ile gözyaşı dökebileceğim düşler. Onu orada bırak demeli dostlarım." Bütün bunları düşünebilmek için yalnız kalmalıydı ozan.
-------------------------------------------
Sınırdan uzakta Ormanın korumasında, ücra bir köşede çok derinden gelen notalar ile: Ağırlığını taşımanın biraz farkında, öylece dostlarla ilgili düşünürken bulmuştu kendini Muile. Sınırdan uzak zaman yavaş, çok yavaş geçerken, günün değerini bilirken bulmuştu işte kendini. Dost isimleri ile rüya gibi bir yerde yazılacak onca şey bulabilirdi. Ona sevgi diyen dost seslerini nehrinkilerle karıştırdı. Bir an etrafına bakındı, sonra yine dinlemeye koyuldu, notaları uzaktan gelen o muhteşem müziği. Belki hiç bilemeyecekler olacaktı, ormanın değerini; hiç sevgi nedir görmeyecek. Şanslı ve şansız gibi kesin çizgilerle; Arda'daki kesin çizgilerle ayrılanlar gibi. "Yorulduğumda sevgiyi hatırlat orman, ve şu şarkıyı birkaç kere ard arda çal ozan." Angels of Venice-The Enchanted Forest
-----------------------------------------------
Yüzleri seçmeye çalışırken Geçip giden asırlar ile, tanıma şerefini elde ettikleri ile, dinlediği hikayelerle dolu bir aklın şimdi düşündüğü ne olabilirdi? Fazla şaşırtmayacağım sizi: Yüzleri seçmeye çalışıyordu. Kim bilir belki onlar da aynı şeyi düşünüyordur... O mücadelenin içinden, sevgi ile çıkarttığı yüzleri dingin bir anda düşünmüşlerdir mutlaka. Bak sanki şu anda karşı karşıyayız, değer veriyoruz, yüceltip sevgiyi hüzünlü dudaklarımıza bir gülümseme yerleştiriyoruz. Sonra gözlerimiz parlıyor, evet hala gülümseyebiliyoruz. Yüz hatlarımız, en büyük savaşçılar bile olsa dostlarını görmenin mutluluğu ile sevecen. Yüzleri seçmeye çalışırken en büyük dostum sevgi. Hala ağlıyor musun asil dostum, o zaman senin için söylesin Arda'nın ozanları. Her damla gözyaşı yüzünden süzülürken ve ben yüzünü seçmeye çalışırken bir parça huzur olsun o şarkılar. Morgoth'la savaşta kaybettiklerimiz, yüzünüz mağrur, ve evet mutlu. Sizleri unutmayacağız. Ozan Muile akşam olmayacakmış gibi, anlatılacak bir hikayesi yokmuş gibi günü ilerletmeye kararlıydı. Buna ihtiyacı vardı.
------------------------------------------------
"Sen ozan, hayallerin çocuğu: Bazen bir asır süren gözyaşlarından bir gün gibi, bazen bir anlık gülümsemeyi sanki asırlarca sürer gibi anlatırsın. İşin gücün süslemek; abartmak öyle ki ilgi çekmek. Tek dinleyen olmazsa; tek aldıran biri olmasa bile kendine masallar anlatırsın: İşte kimsenin umrunda değilsin..." Muile, bu korkunç sözleri söyleyenin kim olduğunu görebilmek için ayağa fırlayıp etrafında döndü. Nafile "Onu görmek gereksiz, en büyük korkumdan bahsediyor. Olsa olsa benimle eğlenen bir peri ya da ne bileyim kayıp bir ruhtur. Hikaye artık umurlarında mı acaba?" Nehirden sözler gelmeye devam eder: "Pekçok hikaye anlatan tanıdım: Hiç bu kadar ileri gidenini görmedim tabii." Bir nehir perisi, dünyanın dışından bir varlık kendisini göstermiştir şimdi. Tıpkı hikayelerdeki gibidir. İstediğinizi seçin. Muile yerine geçip aldırmaz bir tavır takınır, oysa kalbi deli gibi atmaktadır. "Neden bahsedildiğini bilmiyorum." Peri acıyan birinin yüz hatları ile yanıtlar: "Gülümseyen dostlar yok, sen sadece bir hayalperestsin." "Sen de bir hayal ürünü olmalısın. Hikayelerimden kaçan biri" Muile yarayı aldığından olsa gerek sesini yükseltmişti. Peri: "Seni üzmek bana birşey kazandırır mı? Belki daha gerçekçi şeyler duymak istedim senden, belki yeteneğini görüp kalemini sivriltmeni istedim. Belki de..." Muile: "Evet!?" Peri eliyle gökyüzünü işaret ederken "Müziği dinle: Belki de sadece acımasızım, Arda gibi..."

--------------------------------------------------
Perinin Dileği
"Evet eleştirilere açık olmalıyım, hele ki düşüncelerimi okuyabilen bir nehir sakininden geliyorsa. Gerçeği söyle bir hayal ürünü müsün? Ve tabii acınacak haldeki hikaye ve görüşlerime niye değer verdin?" Muile aklına giren periden çekinmeye başlamıştı. Onun aklının bir oyunu gibi davranan, zayıflıklarını yüzüne vuracak ses olduğunu düşünüyordu. Peri nehrin üstünde bir daire çizip tekrar Muile'nin bulunduğu kıyıda çimenlerin üstünde konuşmaya devam etti: "Senin kadar gerçeğim. Ve görüşlerin bölük pörçük, zamanla bazen çelişen, bazen genişletilmeyen olsalar da Gökkuşağı'nın yanında iken bile tanrılara karşı çıkışın yok mu?" Muile şaşkınlığını gizleyemez. "Demek dinliyordun." Peri: "Hem de sen fark edemedin? Ve şimdi gülücükler bittiğine göre, isyanının sonunu görebilecek miyim?" Muile bu işten sıkılmaya başladığını göstermek istercesine: "Benim anlattıklarım bu nehre,Gökkuşağına ve sana ulaştığına göre mandolinimde halen iş var demektir peri" Muile'nin eline aldığı mandolininin tellerine doğru elindeki bir avuç parıltılı tozu üfler bu sefer peri: "Sihirli mandolinin hüzün notalarını ve hatta acıklı olanlarını güçlendirsin bunlar. Ve isteğim biraz gerçek, sana tek zararım bu olsun.." Muile kendinden emin: "Bunun için minnettarım. Gerçeklerime biraz göz atarım, pek değişeceğini sanmam ama..." "Şimdi çal ozan...."
----------------------------------------------------------
Tamamen yok olmak, Mandos'a saygı
"Pekala bunu kendim için çalıyorum. Ne senden çekindiğimi, ne de herhangi bir tanrıdan yardım beklediğimi sanma peri. Yaşamın sırlarını tamamen bilemesem de elimden geleni yapacağım." diyerek mandolininin tellerine dokunmaya başlar ozan.
Son geçit törenlerini yaparken, kimler ağlayacak Kimler onlarla yok olacak, tanrıların umrundalar mı, Kimse yokluklarını hissedecek mi,
Ataları onları izlerken, birer birer geçecekler Mandos'un evinin kapılarından, İhtişamla katılacaklar eskilerin arasına
Kılıçlarını sonrakilere devrederken, Yüreklerinde sadece tek hüzün olacak Tekrar ne zaman kavuşulacak
Ancak tamamen yok olmak, Hikayeni anlatacak tek ses kalmadığında Tek can, tek sevgi kalmadığında
İşte o zaman gerisi önemli değil, Önemli değil, bildikleri yaşam bitmiş olacak Ciddi hikayeler son bulacak
Son bulduğunda ciddi hikayeler, Sadece homurtular, garip notalar Nefret davullarının gürültüsünde anlamsızca çıktığında
Biz Mandos'un salonlarında kaybetmiş, Bu dünyada elimizden ne geldiyse yapmış olarak Hesabımızı vereceğiz, inandığımız inanmadığımız tanrılara
Yaptıklarımın seninle ilgisi yok, Hepsi hür iradem. Kimsenin kuklası değilim
Bu sözleri söylediklerinde, Her yaptıklarının sorumluluğunu üstlendiklerinde Mandos'a saygılarını sunmuş olacaklar.
Ve tekrar Yeşil Orman Hikayeleri anlatırken İçleri rahat, kendileri olacaklar İşte kendileri de birer nota olacak
Bir mandolinin tellerinden çıkmadan, tek başlarına Birer nota olacaklar Kendileri söyleyecek kendilerini
Mandos'un Salonlarında "Sınır Muhafızının Yaşamı"nı anlatırken Tamamen yok olmak pahasına savaştıklarını
Haykıracaklar, notalarıyla Ve Mandos'a saygılarını sunacaklar Tüm yaşadıklarıyla.
Muile, son sözlerle elini mandolinden çekti.
-------------------------------------------------------------------------
Peri: "Bunu pekçok kez çalmalısın ozan" Muile:"Yeterince gerçekçi mi?" Peri:"Yeterince hüzünlü. Bir mücadelede, yaşamda, kaybetmenin bile anlamını aradığı için..." Muile:"Yani?" Peri:"Bilinmezleri ile biraz hikaye gibi. Dediğim gibi pek çok kez çalmalısın. Şimdi dinlen ozan uzun hikayeler var anlatılacak"
Muile, mandolinini sırtını verdiği ağaca dayar ve periyi dinlemeye devam eder...
Peri:"Sen kıymetli hazineni nasıl saklardın. Kıymetli bildiğin hikayelerini?" Muile:"Yaşayan varlıklarla, onların benliklerinde" Peri:"Yaşama bu kadar inanıyorsun demek." Muile:"Güzel bir söz duysam, harika bir hikaye ya da notaları bir başkasının flütünde duysam bana yeter." Peri:"Yeterince gerçekçi, ertelemenin anlamı yok yaşamla var olsun istiyorsun hikayelerinin..." Muile:"Şimdi memnun musun? Gülümser misin, kısa dizelerimle?" Peri:"..." Gülümser.
"Dostlarıma haber vereceğim; Nehir aktığı sürece notaların unutulmayacak..." "Demek... Demek dostların var? Demek beğend...Peri,neredesin?"
Peri, Nehrin üstünde kaybolur, gün sona ermiştir.
-------------------------------------------------------------------------20.11.2010
Yapılması gerekenler
Vücudu taşımak, öyle ki daha çok hikaye sevenle buluşmak... Şimdi yapmam gereken bu diyerek toparlandı ozan. Akşam vakti gelmiş nehri takip edip ufak göle ulaşmıştı. Kayalıklardan dökülen suların sesini ve Gökkuşağı'nın mekanını gerisinde bırakmak için tırmanışa geçti. Ormanın yine aynı bölgesine böylece ulaştı.
"Garip, sanki kendi kendime konuşur gibiydim. Rüya olmadığına eminim, belki bir gün tekrar giderim..." Kamp yaptığı yerde dinleyenlerinin getirdiklerinden atıştırması gerektiğini midesi bildirmekteydi. Ateş yaktı. Yemeğini yerken gelecekleri düşünüyordu. Hikayenin devamını bekliyor olacaklardı. Nerede kalmıştı, bugün yaşadıkları; sanki sanki tek gün değildi geçen. Kendi kendine güldü: "Çok bilindik, defalarca hikayelerde anlatıldığı gibi; bin yıl geçmiş olabilir mi?"
"Zamanın hırsızları değildi karşılaştıklarım, öyle olmasını umuyorum." "Buradayız" Arkasından gelen sese dönüp bakmakta kararsızdı. Asıl bin yıl o an gibiydi ama yapılması gerekenlerden biri de buydu. Ayağa kalktı ve yavaş çok yavaş döndü. Bakışları yerden yukarıya doğru gelenlerin yüzlerine bakacak şekilde yönlendi. Aynı köyden gelenler olmalıydılar.
"Devam edecek misin ozan?" diye söze devam etti bir diğeri. "Bilmiyorum." "Sınır muhafızlarının hikayesi hani?" "O kadar çok, o kadar görkemli ki hikayeleri, yeterince değerlerini verebilecek miyim?" Herkes birbirine dönüp mırıldanmaya başladı. Sonunda biri: "Şimdiye kadar anlattıklarınla nasıl bizim için Yeşil Orman'ı korumaya çalıştıklarını, korkularını, sorularını, sevgilerini, cesaretlerini ve daha fazlasını dinledik. Yapılması gerekeni seçecek olan sensin" Birden ozan mandolinine baktı, "Anlatacak olursam, sözlerimi duyan ilk siz olacaksınız".
----------------------------------------------------------------------------------
Yorumlar