Yıldızlarla Yürürken
- Koray Yılmaz
- 8 May 2016
- 29 dakikada okunur
Elflerin başladığı noktaya çok yakınım, evet Enelye ile başlayanlardanım: Hikayeyi anlatan benim. Güneşin çağlarından birinde beni dinleyenlere anlatıyorum. Elbette onlar da size. Yıldızlar öylesine parlaktı ki Cuivienen Gölü'nün karanlık örtüsü üstünde; bana aşkı ve korkuyu verecekti, hep yaşayacağım iki duyguyu. Ben öyle uyandım Arda'ya IşığınTacı ve diğerleri ile...
I.Bölüm

Her şey onlar için değil miydi? Onlarla güzel olmayacak mıydı? İlk Doğanlar gelmeden yalnızdı Valar. Onları düşünmeden edemiyorlardı. Elfler müziklerinde yer aldılar, şeklini verdikleri Arda'nın içine girdikleri andan itibaren yine merak ettiler; kendi müziklerini. İşte size müzikten bahsedeceğim, sadece duyduğum kadarını. Yıldızlarla yürürken onlarla, beraber adlar verirken Orta Dünya'nın varlıklarına, Quendi diyecekler kendilerine, ses verdikleri sürece. Efsanenin başında daha isim verilmemişken onların arasında yürüyen birine, işte o benim diyebileceğim. Adım henüz yok iken Cuivienen dediler ilk gördükleri ışıkların yansıdığı göle. İlk onları gördüler ve onlarla yürüdüler. Elentari'nin armağanını bir de o gölden yansırken izlediler. Onlar benim halkım, ben de onlardan biriyim ve size Güneşin çağlarından birinde bu hikayeyi anlatmakta, bırakmaktayım. Kim olduğumu son satırlarda yazacağım. Siz tahmin etseniz de. Imin(İlk), Iminye, Tata(İkinci), Tatie, Enel(Üçüncü) ve Enelye uyandılar ve uyandıklarında kendileri gibi olanları aradılar, ormanlarda, Orta Dünya'nın bir daha gidilemeyecek yerlerinde. Buldular birbirlerini ve bulunduk şarkılar söylerken anlamı olmayan kelimelerle. Daha anlamlarını bilmeden söyledik o şarkıları. Evet Orta Dünya bizim yuvamızdı...
-------------------------------------------------------------------------
Onun olduğu gökyüzü "Sadece işaret ettiğim yıldıza bir bak, sadece birbirimizle aynı dili konuştuğumuza inanmalıyım." Yıldızlardan ilk bahseden ben olmuştum o anda, cevabını merak etmeme rağmen beklediğim sözler bunlar değildi. "Söylediğin her şeyi duydum, sence en parlak taç nasıl görünüyor?" Sevdiğim güzelliğin beni yönlendirmesine çaresiz teslim olmuştum. İlk cümleyi ben kurmuş olmama rağmen onun istediğini yapacaktım. İşaret ettiğim yıldıza bakmış mıydı? İkinci kez sormayacaktım. Bu benim için önemliydi, sadece bekleyecektim. Ve az önce baktığımız yöne sırtını vererek ayağa kalkmıştı, ellerini boynuma dolamadan önceki cümlesi yine aynı gibiydi. "Sence en parlak taç hangisi?" O anda kızın saçlarına uzanmaya çalışır gibi elimi uzattım: "Senin olduğun gökyüzünde Valacirca, ancak senin olduğun gökyüzünde..." "Adımı anarken, beni unutacağın felaketler olduğunda, karanlık bir şeyler, hep bunu hatırla" Ayağa kalktım. Diğerleri şarkılarına devam ederken onu kollarımın arasına almıştım, tüm gökyüzü ile.
------------------------------------------------------------------
İçimdeki titremeyi hissetmişti, kaybetme korkusunu hissettiğimi biliyordu. Sevgi ve kaybetme duyguları; şarkı söylemediğimizde o zamanlarda bir şey olmasa da, içimizde bize zaten verilmişti. Parlak yıldızlar Elentari'nin armağanları, sevgiyi temsil etmesine rağmen kaybetme korkusu da vardı. Gördüğümüz her şey için şarkı söylesek de göremediklerimiz olduğunu hissediyorduk.
İşte o anda şarkı sesleri daha bir duyulur oldu dostlarımız etrafımızı sarmıştı, ve birbirine sarılmanın şarkısını söylediklerine emindim. Başka bir şey olamazdı. O anda bizden daha etkileyici bir şey olamazdı ya. Yüzümüzde gülümseme ile bir grup Quendi ile karanlığı unuttuk yine... O bize yıldızları gösteren bir örtüden ibaretti, tıpkı ilk şarkılarımızda olduğu gibi yine. İşte dostların arasında olmak ne demek ilk öğrendiğimiz şarkı... Dost demek; konuşan demek, şarkı söyleyen demekti bizim için. Bizler İluvatar'ın İlk Çocukları dost sesleri hep bildik o günlerden sonra. Hissettik, sadece çıkan ilk notadan, konuştuğunda biri her şeyini bilir gibi "Sen dostsun" dedik.
----------------------------------------------------------------------
Şarkılarımız yayıldıkça
Geçen zaman, geçmiş zaman, önceki zaman olan her şey sanki o ilk şarkılarımızdı. Dostlar, yeni uyananlar, hep bir öncekinin sözlerini taşıyor, anlam kazandıkça "Biliyorum" diyebiliyordu. Kadim ağaçlara dokunup, konuşmaya çalışsak da sessiz kalıyorlardı, "Bilmiyorum” un anlamı bu olmalı idi. Henüz konuşmayı seçmeyen ya da hiç konuşmayacak olanların sesleri...
Hep merak edip, hep çocukça bir ses duyma isteği ile uyandırma çabasındaki Quendi adeta göreviymiş gibi varlığını ilan ediyordu. İlan ediyorduk Göle, ilan ediyorduk isim verebildiklerimize, belki bir gün bizimle konuşurlar diye.
Hatırlamaya çalışsam ilk isimleri, ilk şarkıları, bir kez daha o günlere gidebilir miyim? Çoktan kayıp olan geçmişteki topraklar, gözlerimin önünde canlanır mı? Söylediğimde, elbette... Ve şimdi onun adı IşığınTacı... O sevdiğim... Hiç gözümün önünden gitmedi ki...
Şarkılar yayıldıkça kendi dilimizde, zaman ilerleyecekti elbette. Daha geniş topraklarda duyulduğunda seslerimiz olabilecekleri bilmeyen biz... Bilgelik, güzellik, neşe, sevgi arayan biz; şarkılarımız yayıldıkça bilinmezlik, hüzün ile tanışmayı onlardan da söz etmeyi öğrenecektik.
"Ama şarkını söyle sevgili, henüz Gölün ışıkları aynı yerdeyken."
-------------------------------------------------------------
Dudaklarını hareket ettirdiğinde, o sesi sonsuza kadar unutmayacaktım. O benim en değerli sesim olacaktı. Benim gibi sen de izler, bir karşılık bekler misin? Öyle ise sonsuza kadar konuşmalıyım, şarkını kabul ettim sonsuza kadar...
..........
"İlk gökyüzü, ilk bizim için
Öncesini bilen yok ki, serpiştirilmiş
Yıldızları adlandırmak bizim oyunumuz
Benimle oyna bu oyunu dediğinde
Biliyordum ki, tek aradığım başlangıç buydu
Biliyordum karanlıkta bile, bir yıldızdan
Bir yıldızdan geldiğini söyleyen
Saçlarının rengi, yüzünün keskin hatları
Sen yıldızlardan gelmiş olmalıydın
Yıldızlar başlangıçtı ve aradığım buydu
Önceden konuşamayacağımız, öncenin olmadığı
Birkaç basit şarkının kulaklarda dolaştığı
Gizem ve sevginin bizi sardığı günlerde
Yanı başımda beraber öğrendiğimiz öncesi olmayan
Sevgi sözcükleri bir başlangıçtı ve tek duyduğum buydu
Şimdi sarılalım, sonsuza kadar yıldızını bileceğim
Tıpkı senin de IşığınTacı'nı bileceğin gibi
Başladı ve olması gereken ne varsa
Yıldızlar altında yaşanacaktı
Başladı sevgi sözcükleri, en sevdiğim"
...........
Şimdiye kadar duyduğum en duygulu sözlerle içini dökmüştü işte o benim, o benim... Emin olmak için ona sarılmalıydım. Emin olmalıydım geçmiş zaman hayali olmadığına. O gerçekti ve elf hanımı Gölden yansıyan en güzel ışık oyunlarından bile önemliydi. Hep öyle olmaz mı? Hepimize verilen güzellikler önemli iken O başkadır. Göl'deki ışıkları; bir kez daha gerilere iten bir güzellik olmaz mı; bir elf olmaz mı? İşte biz öyle gördük birbirimizi Cuivienen gölünün karanlık örtülü ışıklarında; O şarkısını söylediğinde...
----------------------------------------------------------------
Tek izlediğimiz yıldızlar değildi
Bizden önce olanları merak etmediğimiz anların dışında, merak ettiğimiz zamanlar da vardı elbette. Kibirli değildik, uyku halindeki Arda'nın bile yaşayan diğer varlıklarını el yordamı ile aramaya başlamıştık. İşte o zaman tanıdım Elwe'yi. Liderlere ihtiyaç duyar İluvatar'ın Çocukları. İşte O benim liderim olabilirdi. O benim dostum olabilirdi. Eru bizi gönderdiğinde Arda'ya, dostluğu içimize yerleştirmiş olmalıydı. Aşk nasıl yaşanan güzellik ise dostluk da yıldızlardan sonra sizi Arda'ya bağlayan bir başka güzellikti.
Enelye'nin bir eli benim omzumda iken diğeri Elwe'nin omzunda idi... İlk uyandığımda.. İlk kez bana verilen sonsuz yaşamı tattığımda. Enelye: "Sizi Enel için seçtim, sizi kendi dostluğumuz için seçtim ve siz de dost olun" dediğinde yüzünde bilge bir gülümseme sezmiştim. Evet, onlar bizden kendilerine katılmamızı istediklerinde inanılmaz bir serüvenin başladığını biliyor olmalıydılar. Konuştukları birileri olmalıydı. Ve yanımdaki Elwe bunu bulmak istediğini başından beri belli etmişti. Bana döndü ve şunu söyledi: "Her ne olursa olsun, hangi güzel aldanma ya da felaket, dostumsun. Ve beraber arayacağız cevapları." Şu sözlerde bile sahiplenme, koruma, yaşatma gizli idi. Cevap verdim "Beraber arayacağız."
Ve aradık elbette, bunların öyküleri elbette hayret verici idi, konuşacağız. Bildiğimiz en eski lisan ile. Ve tabii ki tek izlediğimiz yıldızlar değildi, kendimizi onun varlıklarından ayrı tutmadık önce biz Arda'yı kabul ettik. Arda'nın iyi varlıkları da bizi kabul edecekti ki hala sizinle konuşabilen elfler var olabilecekti. Kötülük hep çabalayacaktı, hep acı verecekti ama bir de şuna bakın sizler ve ben hala ilk uyanıştan bahsedebiliyoruz.
Yıldızların dili dışında bizim de dilimiz Arda'nın dili idi. Bunu da unutmadım, dostlarımla isimleri konuşurken. Elwe ile yürürken.
---------------------------------------------------------
Konuşuyorlar, kadim orman cevap verdi
En yakınımızdaki yerlerden başladık, araştırmaya. Aradıkça içimizde bir burukluk oluşmuştu. Toprağın altında uykuda neler gizliydi? Üç belki daha fazla elf el ele verse gövdesini ancak sarabileceğimiz kadim ağaçlar vardı elbette. Genç olanlar, güçsüz olanlar da. Ama içimizdeki burukluk tek kendimizin konuşuyor olmasıydı. O zaman koymuştuk ismimizi, büyüyen halkımızın ismini: "Quendi" sesler ile konuşan halk. O zaman şarkı söylesek de ağaçlara tek bir yanıt alamamıştık.
Tek tek isimlendirdik onları: "Elwe, sence bu ormanın içlerinde birileri gizli midir? Biliyorsun her karşımıza çıkan bizim gibi olmayabilir." Elwe'ye ilk kez bu kadar net olarak söylemiştim. Tehlike olabilirdi, bu kadim ağaçların sessizliğinde sanki bir şeyler gizliydi. Tam yanıtlayacakken beni, birbirimize bir an baktığımızda derinlerden bir ses yankılandı. Grubumuzdaki herkes kanının çekildiğini hissetmişti. Ancak Elwe beni yanıtlamakta kararlı tek bir korku belirtisi göstermeksizin konuşu: "Eğer aramayacaksak, sonsuza kadar korku içinde yaşayacaksak bunun bizi neye dönüştüreceğini düşünün!" Ve o uzun içten gelen gürültü benzeri sesler tekrar duyuldu : "a-lalla-lalla-rumba-kamanda-lindor-burúme"
O zaman konuşmam gerektiğini biliyordum Elwe'yi yalnız bırakacak değildim ki bırakmadım: "Evet o haklı, haydi dostlar herkese haberleri verebilmemiz için araştırmalıyız. Ve şu ses, ormanın sesi olmalı"
"a-lalla-lalla-rumba-kamanda-lindor-burúme"
Uzun süredir ağaçlara şarkıları öğreten biz şimdi geçekten yanıt almıştık: Gruptakiler cesaretlenmiş görünüyordu, Elwe'ye bakıyorlardı, O ilerlemeye başlamıştı bile. "Geliyoruuuzzz."
-------------------------------------------------------------------------
Daha önce
Daha önce gitmediğimiz kadar mesafe kat etmiştik. En yakınımdaki: "Sanırım bu sesin sahibini bulamayacağız, kaybolmadan geridekilere haber verelim". Tam yanıtlayacakken Elwe'nin çığlıkları duyuldu. Hepimiz dehşetle ileri atıldık ki yanına vardığımızda bunların sevinçten olduğunu anladık: "Bakın, dinleyin bu bizim yalnız olmadığımızın sesi ve görüntüsü..." Son koşu ile çıkmakta olduğumuz tepenin zirvesinden diğer yamacına ulaşmış, nefes nefese idik. Ancak Elwe'nin anlattığı şey aslında nefesimizi kesen bir mutluluk anıydı.
İşte o zaman gördük konuşan ağacı, önce kimimiz ağaç sandı, ama etrafında bizden önce oraya varmış elflerle konuşuyordu. Elfler bizi fark ettiğinde Elwe çoktan yanlarına varmıştı: "Olwe! Niye daha önce bana söylemedin sevgili kardeşim?"
Olwe kardeşi Elwe'ye sarıldı: "Birkaç saattir biliyoruz biz de, şey şey … Sizi tanıştıracağız... Elwe kardeşim ve diğerleri de"
İsimlerimizi saydı Olwe ve elini takdim edercesine "Bu dostumuz da ağaçların çobanı bir ent: MeşeKabuğu isminde..."
MeşeKabuğu gördüğümüz muhteşem varlıkların içinde unutulmayacak olandı. Bizimle yaşıt, sanki bizimle dost olsun diye İluvatar tarafından gönderilmişti. Ağaçtan, bir meşeden farkı; sanki sizi sarmalayacak dallar olan elleri, gövdesinin üstünde yükselen dallara ulaşmadan önce yerini alan yüzü, güçlü köklerinin oluşturduğu Arda üstünde yürümesini sağlayan ayakları ve sesi idi. Onlara ent diyecektik Onun yüzünden de merak ve sevinç okunuyordu. Bizleri sevmişti. Ama konuştuklarımızı tam anlamadığına emindim.
Şunu söyledi sanırım :"MeşeKabuğu adım, Quendi dostlarım." O anda hepimiz hayret ve sevinç sesleri ile entin etrafında şarkılar söyledik. Ve o anda fark ettim Olwe'nin grubunda IşığınTacı da vardı, yanımda bulduğumda onu şaşkındım.
"Demek, siz de duydunuz sesleri IşığınTacı" bana sürpriz yapmış gibi ki yapmıştı, ellerini boynuma doladı:
"Dostumuza tüm bildiğimiz kelimeleri öğretelim.",
"Sıkılmaz mı bizden?" diyerek olduğum yerde gülümseyerek bekledim. Öpücüğü aldığımda:
"Asla" diyerek diğerlerinin arasına karıştık.
Aklımızda onun gibi başkalarının olabileceği fikri belirmişti, bunu önceden düşündüğü belli olan Olwe fısıldaşanlara anlattı:"Diğerlerini çağırmak için sesi ilk defa kullanıyor sanırım ama sözleri bizden duyduğu kelimelere benziyor."
Elbette IşığınTacı söze girdi "Bana bir kelime sormuştu 'tepeler' demiştim, tepelerin olduğu bu yeri anlatıyor sanki..."
O sırada MeşeKabuğu uzun soluklu cümlesini, o anda öyle sanıyorduk, tekrarladı:
"a-lalla-lalla-rumba-kamanda-lindor-burúme"
Bunun sadece "tepe" demek olduğunu, öğrettiğimiz dili kendince yorumladığını günler sonra anlayacaktık.
Daha önce bir ent elf görmemişti, bir elf de ent. Ama biliyorduk bizler dosttuk.
-----------------------------------------------------------------------------------------
Fazla Beklemedik
Öylesine gürültü çıkartıyorduk ki ilan ediyorduk: Korkmuyorduk, bizimle dost olmak için ne bekliyorlardı ki! Fazla beklemedik, tepenin etrafından haberler ardı ardına geldi. Entler yürümüş ve MeşeKabuğu'nun sesine kulak kabartmışlardı. İlk defa konuşan birini gören Kayın, nasıl da şaşkındı. Şaşkın ve sevecen... Fazla beklemedik bir araya geldiğimizde uzun boylu söğüt bile bize bizden yakındı. Günler boyunca sürecek festival başlamıştı.
MeşeKabuğu bir kez daha konuştu: "Beraberiz Quendi, beraberiz".
Olwe ciddi bir ifade ile: "Hepberaberiz, şarkılarda bile."
Ve festival oldu. İsimler konuldu ki öyle bir an geldi ki Elwe yanında Finwe ve Ingwe var iken herkes dinlerken, festival sürerken konuştu. "Biz Quendi, sizi ağaçların sesi, ormanın lütfu olarak tanıdık, size ne isimle hitap edelim dostlarım?" Soruyu sorarken oldukça ağır konuşuyordu, anlaşıldığından tam emin değildi. Ancak bu cümle ile entler kendi aralarında konuşmaya başlamıştı bile. MeşeKabuğu'nun en çok konuştuğu ise AğaçSakal'dı. En rahat anlaşılan oydu MeşeKabuğu'ndan bile hızlı çözmeye başlamıştı sözcükleri. Elwe'nin beklediğini görmüş ve ona uzun kollarını uzatıp: "Bekleyiniz dostlar, biz haberdar edeceğiz."
Herkes merak içindeydi, bir halk kendine nasıl hitap edileceğini kararlaştıracaktı. Kelimeler kısıtlı da olsa entler derinden gelen bizim anlamaktan uzak olduğumuz bir tonda, derinlikte sesler ile saatlerce konuştular. MeşeKabuğu yanında diğerleri var iken döndüğünde şöyle bir baktık birbirimize, herbirimiz onlara ve kendimize: Oradaydık ve aslında fazla beklemiş sayılmazdık. Sözünü söyledi diğerleri onaylayan ifadeler ile memnun yüz ifadeleri ile bizlere bakarken ve …
"Biz ağaçların çobanı: Entler demeniz uygun, sevgili Elwe". Elwe mutluluktan uçuyor olmalıydı, o tarihi andaki cümlede adı geçiyordu ki sözünü tamamladı MeşeKabuğu: "Hep yürüyelim beraber, sizin sevdiğiniz yıldızlarla". İşte o anda Elwe'nin etrafını saran elfler uygun zamanda sorduğu soru için teşekkür ediyorlardı.
İzledim, bir gün anlatırım belki diye düşündüm, büyük bir gündü, büyük günlerin, festivalin sonunda gelen büyük bir gün. Ve gerçekten Fazla beklememiştik.
------------------------------------------------------------
Renklerimiz vardı
"Karanlık Orta Dünya'da renklerin vardı". Elbereth, sen biliyorsun O IşığınTacı, renkleri vardı. Parıldayan gözlerinde onun, entlerin görmediğini mi sanıyorsun . Haydi soralım hangisi aksini söylerdi ki! Onun renklerini anlatmak için uzun cümleler kurmazlar mı ki... Öyleyse söyle Elbereth sen de söyle...
Bu benimle Valinor arasında bir anlaşma olmalı. Onun renklerini Orta Dünya'da göremediğim gün Ölümsüz Topraklar’a yelken açabilirim ve şimdi sadece öykümü anlatmalıyım.
Festival sona ermiş, herkes ormanın derinliklerindeki tepeyi terk edip yürüyüşe geçmişti. Ve işte yine kıyılarında ormanın, yıldızların altında IşığınTacı'na sözlerim sevgi seli gibi dökülüverdi dilimden:
"Renklerimiz vardı birbirimizin vücutlarına çizdiğimiz, beyaz yıldız tozu ile görebildiğimiz. Öylesine zarif, öylesine güçlü ve hayat dolu... Evet, Orta Dünya kesinlikle bomboş olurdu. Renklerimiz vardı, renklerin mavi-gümüş ve belki tanımlayamayacağım o aşk'ın rengi. Şimdi karanlık varlıklarından uzak, şimdi sevginin büyülü renkleri. O renkleri her gördüğümde seni gördüğümü biliyorsun değil mi?"
Sadece bir kez daha öptü beni ve tek cümle etti: "Hepimizin kendi yolunda yürüdüğü bu gizemde, olabildiğince yanında olacağım."
İşte bu cümle ile içimde korkuyu, daha çok bildikçe hüznün kırıntılarını biriktirdiğimin farkında olduğunu belli etmişti. Karanlıkta bir şeyler gizli idi ve kaynağı bizimkinden farklı idi. Ama yine de sarıldım ona. Renklerimiz vardı... O zamanda, gün nedir bilmeyen bizlerin Orta Dünya'sında renklerimiz sanki hiç sönmeyecek bir alevinki idi; yıldızlar kadar soğuk mavi-gümüş gibi...
-----------------------------------------------------------------------------
Söylemem Gereken
Yanımdan ayrıldığında bir süreliğine, beni doğru anladığını biliyordum. Sadece ben değil aslında hepimizin aklının bir köşesinde bilinmeyenin korkusu, bilinenin ağırlığı olacaktı. Ama işte orada sırtımı dayadığım ağacın örtmeye çalıştığı gökyüzüne baktığımda beni doğru anladığını bilmenin huzurunu yaşıyordum, kısa süreliğine. Ne olursa olsun, onu o renklerle hatırlamam gerektiğini söylüyor olmalı idi. Geçirdiğimiz zamanın kıymetini bilmemiz gerektiğini ve heyhat ayrı kalacak olursak herkesin yolunun bir olamayacağını anlatıyordu. Yine de O'na en derin duygularımı açmıştım.
Şimdi ise duyguları düşlerle karıştırdığımda, o ağacın koynunda kendi kendime söyleyecektim: "Bizi uyandıran güç uyumamızı sağlarsa tekrar, uyanamazsak bir şekilde rüyalarım hep aynı renkte, mavi-gümüş. Arada dostların renkleri geçip gitse de hep hâkim olan renk dünyası işte yine seninki olacak."
"Ve düşünceler karanlığı işaret ettiğinde, içimde bir ürperme serin bir rüzgâr kemiklere işlediğinde; renk kat bir kere daha, uzaktan duyacağım, geçmişten gelen sesin ile. Ve söylemem gereken ne varsa söyleyeyim karanlığa, uğruna savaşacağım son renk yok olmadan canımı ortaya koyabileyim."
Düşünmüştüm, o ağacın örtmeye çalıştığı, yıldızların da bulutların ardında saklambaç oynadığı gökyüzüne gözlerimi dikmiş iken. Ve düşüncelerim beni söylemem gerekeni tekrarlamaktan öteye götürmedi. Gereken bu idi. Söylemem gereken tam olarak bunlar idi.
---------------------------------------------------------------------
Ech
O karanlığın gerçek adını bilmiyordum aslında söylemem gerekenleri bir an önce söylemeliydim. O günlerde moral bozan olmayı göze alıp, dostlarımı bu konuda konuşmak üzere ikna etmeliydim. Yine bir şarkının ortasında çember halinde otururken söze girdim, Elwe'nin bakışlarını hatırlıyorum, sizce beni onaylıyor muydu?
"Sadece bilmediğimiz onca şey olduğunu biliyoruz. Hep bize güzel gelen şeyler gördük, Göle doğru akan sular, kadim ağaçlar, sevecen yağmur ve sonunda bulduk entleri, ancak o gün ilk duyduğumuzda MeşeKabuğu'nun sesini ne düşündürdü bize?"
O gün bizim grupta yer alan Talerian heyecanla yanıtladı, gençliğimizin sesi gibi heyecanla: "Evet o anda büyük bir merakın yanında acaba bu iyi mi, yani bizim için iyi bir haber mi diye düşündüm. Sonuçta bizlerden böyle sesler gelemezdi ya!"
Sözümü devam ettirdim, yanımda oturan Talerian'ın omzuna elimi koydum ve iç çektim:" Sanırım o gün şanslıydık, hala öyleyiz ama şu bilinmeyen, hazırlanmalıyız!" Herkes birbirine bakıyordu, neye hazırlanacağını bile bilmeden... Bir şeyler olacağını hissetse de herkes, şaşkın gibi cümleler kuruyordu ve en çok duyduğum kelime "Bilmiyorum" idi: Karanlığın adı.
Ve derken Elwe ellerinden biri Olwe'nin omzunda iken diğeri ile beni işaret etti:
"İşte istediğim ruh, gerçekçi, korkuyla baş etmenin yolu bir şekilde hazırlanmak; herhangi bir şeye, bir şekilde. Sonrasını durumun göstereceği bir çaba, hazırlık… Bana kalırsa yapılabilecek en iyi şey araştırmaya devam edelim ancak zarar görmemek için yanımızda taşımamız gerekenler var."
Herkes bunların ne olduğunu merak ederken Olwe işareti almış, yanımızdaki ağacın gövdesinin gerisine doğru birkaç adım atmıştı. Eğildiğini gördüm ve hayretler içinde ve şüphe ile beraberinde getirdiklerine bakakaldım. Hepimiz aynı durumdaydık. Bu yıldızların ışığını taşıyan soğuk birşeydi. Bu besbelliydi. O andan beri mecbur olduğumuz bir şeydi: Belliydi. Olwe de bizim gibi düşünüyordu ancak bu görev onundu ismi O koydu: "Ech, savunmak için, karanlıkta bir şeyler gizli, Elwe ile bana da Enel söyledi, hep rüyaları bu konudaymış. İşte dostlar bu taşımamız gereken Ech..."
Siz bunu daha iyi bilirsiniz metalin soğuk yüzü bir mızrak; elbette sözünü ettiğimiz o soğuk, yıldızların ışığını taşıyan ech dediklerimiz. Mecburduk. Ve dostlar sesimizi duyan entler dışında da birileri olacaktı. Kesin olanı göz ardı edemezdik. Sorumun yanıtını şimdilik vermeye çalışmışlardı, son sözümü söyledim:
"İçinde iyilik olmayanlara karşı kullanalım ve dost olmak için bir ümit olan varsa onu saklayalım, varlığını bile bilmesinler."
Elwe yemin gibi sözlerimi onaylayarak:
"Sadece bize zararı olabilecekler, acımasızlar görecek, şimdi Olwe onu ağacın görünmeyen tarafına geri götürür müsün? Bu geleneği sürdürelim sadece dost sohbetinin olduğu elf yurdunun derinliklerinde ech görünmez gücümüz olsun, görülmesin dost sohbetlerinde. "
Ve Olwe onun dediğini yaptı. Onları gizledi. Tıpkı karanlıkta gizli olanlar gibi, bizi bekleyenler gibi… Gizledik onları şarkılarda bile gizli kalacaktı, kötülük nasıl gizli kaldıysa onlar da karanlıkla buluşmalarımızda yerlerini alacaklardı. Yıldızlarla Yürürken...
I.Bölüm Sonu
*Resim: At Lake Cuiviénen by Ted Nasmith
Yıldızlarla Yürürken
II. Bölüm

UTUMNO
Kuzeyde idi kale, olabildiğince uzakta
Orta Dünya'nın yorgun topraklarını
Daha fazla yormak, yavaşça kül rengine
Daha fazla ve daha fazla küllere bürümek için
Kuzeydeydi
O Vala'nın diğerlerini geri kalanları tanımadığı,
Tek başına ördüğü, hizmetindekilere ördürdüğü
Duvarları, bin kat derinlikte zindanları ile
O Vala'nın ismini koyduğu Kuzeydeki kale
Kuzeydeydi
Harmoni ile acımasızca tıpkı elflerin mükemmelliğini
Taklit edercesine, müzik ile ördürdü duvarları
Karanlıkların Vala'sı, taklit ettiği tek şey olan
Mükemmelliğin Vala'sının kalesi,
Kuzeydeydi
Ki O'nun adı Melkor iken, elfler uykuda iken
Mükemmelliği müzikten duydu ki, kendininkini duyurmak istedi
Eru pişman olacaktı, notalarını beğenmediğine
O uyum içindeki Kara Lisanı konuşurken hep o kalesinde,
Kuzeydeydi
Kendi müziğini yapacaktı, kim O'na karışabilirdi ki
Kim cürret edebilirdi, Eru ziyaretine gelir miydi
Beğendiğini söyleyip, kötülüğün de kendi varlığından olduğunu
Kabul eder miydi, kabul edip aslında gerekeni söyler miydi ki kale
Kuzeydeydi
Ziyaret etmesi gereken yer Orta Dünya ve Arda'da, sonra Ea'da
Ve sonsuz boşlukta tek yer vardı aslında
Kalesinde konuk olmalıydı, marifetini görmeliydi
Görmeliydi Eru, kötülüğün kaynağı kendisinden başkası değildi ki kale
Kuzeydeydi
İşte uyandı İlk Doğanlar, Melkor'un adını duyacaklar
Yıldızları söküp atacak kalesinden toparlayacak onları
Ki Vala karanlık örtüyü Orta Dünya'ya hâkim kılacak
Ki tek istediği O'nun notalarının çalınması iken ihtişamlı tahtında oturur iken
Utumno'da iken.
---------------------------------------------------------------------------------
Uğultular
Derinlerden, ormanın ötesindeki Orta Dünya'dan gelen sesleri duyabildiğime yemin edebilirdim. Sanki birisi, bir çeşit uğultu çıkarıyor, rüzgâra adını yazıp bize gönderiyordu. Bu karanlıklar içinden geldiğinden mi yoksa gerçekten karanlık olduğu için mi uğultu gibiydi. Tek duyan ben olmamalıydım, öyle umuyordum IşığınTacı’na söylemem gerekeni aynen söylediğimde uğultular dayanılmaz bir hal almıştı:
"Bizi uyandıran güç uyumamızı sağlarsa tekrar, uyanamazsak bir şekilde rüyalarım hep aynı renkte, mavi-gümüş. Arada dostların renkleri geçip gitse de hep hâkim olan renk dünyası işte yine seninki olacak."
"Ve düşünceler karanlığı işaret ettiğinde, içimde bir ürperme serin bir rüzgâr kemiklere işlediğinde; renk kat bir kere daha, uzaktan duyacağım, geçmişten gelen sesin ile. Ve söylemem gereken ne varsa söyleyeyim karanlığa, uğruna savaşacağım son renk yok olmadan canımı ortaya koyabileyim."
Beni anladığından emindim şimdi bana aynen şu cümleyi söyledi: "Kaybedersek birbirimizi, kalbinden eksilmesin sevgi kırıntıları, biliyorum zor, biliyorum..."
Parmaklarını yanağıma götürdüğünde, elini kavradım: "Bir çeşit uğultu..."
Sanki o da duymuş gibi: "Kuzeyden..."
Duymuş olmalıydı:"Entler olamaz, bir çeşit kötülük..."
Bu sefer o söylemesi gerekenleri söyledi: "Eksilmesin sevgi kırıntıları..."
Zaman geçecekti ve o uğultu hala orada iken hepimiz en az bir kere duymuş iken ormanın kıyısında bir şeyler olaylar baş göstermeye başlamıştı... Bu konuda o uğultu gibi değilse de biz de Orta Dünya'da varlığımızı ortaya koymaya başladığımız için olduğunu düşünmeden edemiyordum.
Evet, sonunda oldu; kaybolanlar vardı ve uğultu daha yakından duyuluyordu.
Elwe yanıt veriyordu, son olaylara: "Artık daha dikkatli olmalıyız. Ech, yaylar ve oklar bunlar olmadan hiçbir grup ormanın derinliklerine gitmeyecek ve en küçük şüphede geri dönecekler."
Kayıpları olduğunu iddia edenlerin içinde Talerian da vardı. Genelde beraber aynı grupta dolaşırdık ama bu sefer az sayıda gitmişlerdi. Talerian elindeki mızrağı yere atarak Elwe'ye kızgın olduğunu gösterdi: "Bu bir işe yaramadı, sırtımı bir an döndüğümde gruptan iki kişinin kaybolduğunu söyledi... "
Elwe kızgın bir halde ayağa fırlayarak: "Ne oldu, kimse görmüş mü, nasıl bir bela bu?"
Talerian sözünü tamamlayarak: "Onları gören tek kelime konuşmuyor, geldiğimizden beri bir şey öğrenemedik ki!"
Bu konuşmanın fayda getirmeyeceğini anlayan Elwe son sözünü söyledi: "Kimseyi geride bırakmayacağız Talerian, bugün ormanın o bölgesine gidiyoruz hem de hemen."
Emindim o uğultu ile ilgiliydi IşığınTacı’na bakıp: "Talerian ile gidiyorum" derken O'na kalmasını işaret ettiğimi anlamıştı ki yanıtladı: "Okçulukta senden üstünüm, Olwe'ye sor istersen."
Elwe, Olwe ile konuşurken ben de son kararını verdiği belli olan IşığınTacı’na: "Demek sizin grup da geliyor" diyerek onaylamasam da mecbur olduğum cümleyi kurmuştum.
IşığınTacı "Elbette" derken yayını almak için harekete geçmişti bile.
Uğultular içinde, kulaklarımı tırmalayan seslerle gitmemiz gereken yeri bilirmiş gibi baktım Ormanın ötesindeki yöne. Onları asla bulamayacağımızı hissetmiştim. Ama tek kelime etmedim.
---------------------------------------------------------------
Öğrendim, Karanlık Süvari Bu sözlerden, anlatacaklarımın sadece kâbuslarımdan ibaret olduğunu düşünenler etkilenecektir. Sadece onları korku ve dehşete sürükleyebilirim. Yaşamın nasıl kolayca harcanabildiğini bilen, sıradan birine hiçbir etkisi olmayacaktır. Sadece ışıktan kalesinde, etrafında onun varlığını koruyanlardan haberdar olmayan, bilmek istemeyenlerden birisi kazara duyacak olduğunda; işte dehşet içinde bir yüz ifadesi ile "Acımasızca söylediğin sözler, dinlenmeyecek gibi, ben gidiyorum..." gibi sözler söyleyip, basitliğin zirvesinde kalmayı tercih edecek ve beni yargılamaya çalışacak. Ben öğrendim. Öğrendim ki mükemmel olan sadece niyetler; mükemmel bir kötülük ya da iyilik olmadığı sürece elbette bunlar sonuca gitmek için birbiri ile çatışacaklar. Eru müdahale ettiğinde ise zaten mükemmelliğini kaybedecekti ve örneği İkinci Çağ'da Ada olmuştu. Bir tarafta yerini aldıysa sonuna kadar her şeyi yok etmeliydi, başladığı işi bitirmeliydi. Kızgınım; bizi öğrenmemiz için Melkor'la baş başa bıraktığı için ve şimdi mükemmel kötülük: Karanlık Süvari O bilge bir aklın, aklını başından alan Bilgenin yanında çocukluğu yıkan Yıkılmış Orta Dünya'nın kalıntısı bizleri Acımasızca küçük ısırıklar halinde parçalayan Süvari, karanlık Atının rengi kendisi gibi siyah değil mi? Gece iken Orta Dünya, gün yok iken Yıldızları toparlayan, bir bir söküp atacağını söyleyen Efendisinin sözlerini yerine getiren Süvari, karanlık Bir ince ruh, bir zayıf nokta O'nun olduğu Arda'da yaşamaya Onunla yaşamaya mahkûm edildiğinde Sonu belli olan, nefret seli ile gelecek ve alacak o ruhu Süvari, karanlık Aklını kaçırmamış, birini gösterdiğin gün Bir sor Karanlık Süvari'nin kim olduğunu ona Sor ki o bir aptal mı, yoksa sen korkak mısın? Karalık süvariler şekil değiştirdi diyebilmelisin Süvari, karanlık Sadece onlardan kalmadığına hükmedersen Ancak o zaman kendine dönüp, aptal mıyım? Diyebilirsin, demelisin. Kalbine saplanmış Orta Dünya'nın O, Karanlık Süvari
----------------------------------------------------------------
Canı yanıyor Kaybolanların adları ortaya çıkmıştı. Yakın dostları, hazırlığını tamamlayan gruplara katılmakta gecikmediler. Ve o anda O'nu gördüm. Bir kadın bana, en karanlığın olduğu yöne bakarak "Onu geri getirmelisiniz" dedi. Yıldızların ışığını emen o güzelim yüzüne gözyaşı değmişti. Kristalden tozlar Orta Dünya toprağına düşerken şaşkınlıkla, derin bir üzüntü ile kala kaldım. IşığınTacı gelip beni uyandırdığında, ikinci kez aynı damlaların gözlerini terk edip süzülüşünü görmek acısını yaşadım. Tutuk bir konuşma çabası ile: "Onu arayacağım, bulmaya çalışacağım..." Sonra bir an yüzümü IşığınTacı'na çevirip konuşmaya devam ettim: "O kaybolanlardan birini tanıyor, belki yardım edersi...nn" son kelimem bittiğinde orada kimse yoktu.Arayanların arasına o kadın da karışmış olmalıydı, bin kat daha güçlü olmalıydım, bu bir oyun değildi ve kaybolanları tanıyanların canı yanıyordu. IşığınTacı:"Haydi artık beni duymuyor musun?" diyerek omzuma asıldı. "Ben Olwe'ye yetişmeliyim, siz de biran önce kendinize gelin, gidiyoruz..." Ormanda ilk zamanlarda bildiğimiz yollardan ilerleyecektik. Olayın olduğu bölgeyi Talerian ve yanındakiler gösterecekti, aklımda ise entler ve MeşeKabuğu'nun yardımını almak vardı. İlerledik canı yananlar ile, canımız yanmıştı, kim bilir kaybolanlarınki nasıl da yanıyordu. Hislerim ve düşüncelerim bana bunu söylüyordu; Quendi'nin canı yanıyor.
-----------------------------------------------------------
Zaman kaybolurken Zamanın sayılmadığı zamanlarda Orta Dünya'da kaybolurken zaman, aklımdan geçenleri yapsam da başaramama ihtimali olması korkutucu idi. Korkuyordum; o kadının döktüğü gözyaşı Orta Dünya'da değil de sadece benim kalbimde bir delik açmış olabilir miydi? Sadece ben olamam, baksana herkes nasıl da çabalıyor, Talerian çılgınca koşarak geldiği yolu gösteriyor, elindeki echi kavrayış biçimi, dayanmakta zorlandığını gösteriyor. Ve sonunda oradaydık, Talerian : "İşte burada keşif yapıyorduk, burası olmalı..." Kadim ağaçlardan daha çok genç ağaç olmalıydı burada, yakınlardan gelen derenin sesi zamanın aktığının tek göstergesi gibiydi. Elwe ve Olwe yine derin bir tartışmaya girmişti ki, bu sefer dinlemekten geri kalmıştım. Kuzeye ve Batıya bakıyordum. İçime işleyen zaman duygusunu iyice hissettim. Belki onları asla bulamayacağımız kadar geç kalmıştık. "Çalışacağım" demiştim ve öyle yapmalıydım. Sesimi yükseltip:"Entlere soralım" dediğimde bunu daha önce tartıştıkları belli olan grup liderleri tekrar tartışmaya başladılar... Bu yapılacaklardan biri idi ve Elwe beni destekledi: "Ben ve beraberimdekiler MeşeKabuğu ve dostlarına soracağız, siz diğer gruplar ise gerekli gördüğünüzü yapabilirsiniz sadece aklınızda olsun bir arada olun." Olwe yanındakilere mızrağını kaldırarak seslenmişti: "Kuzey'e" ve dört biryana dağıldı Quendi. Ve zaman kaybolurken aklımda hep o gözyaşı; IşığınTacı Kuzey'e giderken biz MeşeKabuğu'nu Batı'da arar iken, hep o gözyaşı... Sanırım o gün öğrenmiştim, kaybetmek çok kolaydı. Zamanı kaybetmek ise bu durumda en kötüsü olmalıydı. Elwe de işaretini verdi: "Batı'ya, entlerin dünyasına; MeşeKabuğu'na...Ve sonra en karanlık en uzun yolculuğa..."
-------------------------------------------------------------------
Gözlerimizden uzaklarda Söyle sevgili, adın IşığınTacı değil mi? Senin yanında yer almam gerekmez mi! Öyleyse neden şimdi ayrıldık, dur söyleme biliyorum... Sen sensin, ben benim... Birbirimiz olmadan yaşamayı bilmeliyiz, gün gelir de daha önce konuştuklarımız olursa, heyhat karanlık Orta Dünya'ya sensiz veya bensiz devam etmeyi gerektirecek biçimde gelirse... En aydınlık günler, yıldızlardan bile parlak yıldızlar olsa bile karanlık içinde kalsak bile, gözlerimizden uzaklarda olsak bile devam etmeliyiz. Güç olan devam etmekte gizli iken, yapmamız gerekenin bu olduğuna karar vermedik mi? Ve şimdi sevgili, IşığınTacı niye gözlerim biran olsun senin ardından bakar? Sen Kuzey'e giderken ve ben Batı'ya, keşke bu iki kelime aynı anlama gelseydi demek istemez mi o gözler? Sadece bana bak ve söyle "Aynı gözler, benim gözlerim onlar" de. Ve sırtını dönüp uzaklaş, beni sözümü tutmaya zorla. Adın IşığınTacı iken ve bu hikâye sürer iken, gözlerimizden uzaklarda bana güç ver. Bir kez olsun adımı söyle. "Evet, o benim, gözlerinden uzakta..." Bilirim, duyarım sen merak etme, sadece bu hikâyede bir kez olsun dudaklarından dökülsün ismim. Öyle ki adımı unutmayayım, seninkini unutmadığım gibi. “Yoo, buna ihtiyacın yok, en başta konuşmuştuk ne olursa olsun, karanlık olsun… “ dediğini duyuyorum, gözlerimizden uzaklarda…
------------------------------------------------------------------------------
Kuzeybatı Rüzgârları Kendimi ikna ederken ayrılığa önümdeki yolu fazla düşünmemiştim. Elwe'nin bu yolculuk için yanına aldığı yüzün üstünde bir sayıda tamamen görev için şartlanmış takipçisi vardı. Diğer gruplar da bundan pek aşağı sayıda değildi. Ancak Elwe'nin aklındakini dillendirdiği anda fark ettim; O sadece kaybolanları aramıyordu, aynı zamanda ormanın ardındakileri araştırıyordu. İçini kemireni biliyordum, o bilinmezliğin ta kendisi idi ve tek bildiğim o an için bu idi. Elwe, Talerian'a fazla güvenmediğini hissettirircesine, grubu diğerlerinden ayrıldıktan sonra durdurdu: "Buraya kadar geldik, bundan sonra yardımcım olarak gördüğüm Thandbor, güvenilir, en ilerde yürüyecek" dedi ve hepimiz ona bir kez daha baktık. Şimdiye kadar fazla konuşmamış olan bu kararlı, delici bakışlara sahip, simsiyah saçları ile karanlığa meydan okuyan ve ilerde savaşçı ne demek diye sorduklarında önce bu adamın adını vereceğim, elfe dikkatle baktık. Elwe'nin eli hala omzunda iken bizlere seslendi: "Dostlarım, bu bir başlangıç gibi görünüyor, başımıza açılacak pek çok derde hazırlanmamız için zamanımız yok, o zaman yaşarken öğreneceğiz; biliyorum kaybolan iki kişinin peşinde olduğumuzu düşünüyorsunuz..." O kadar şaşırmamıştım ama Talerian kendini tutamadı: "Peki, kaybettiğimiz başkaları da mı var yoksa?" Bu sefer cevabı direkt olarak Talerian'a dönerek verdi Thandbor: "Bana güvenebilirsin, şu saniyede bile bir bela ile aramızda sadece entler var ve kaybolmamıza gerek yok" Sonra gülümseyerek Talerian'a yeterince önem yüklemediğini belirtir bir tavırla ona sırtını döndü ve devam etti: "Sizce entler bilmiyor mu? Bence biliyorlar, sadece baş edebileceklerini düşünüyor olmalılar, peki bunun bir keşif yolculuğu olmasını kabul edebiliriz, sayımız yetersiz..." Konuşma bu noktaya geldiğinde Elwe dinlenmekte olduğu kayadan sırtını çekerek söze girdi: "Evet diğerlerine kanıt getirdiğimizde sorunu anlayacaklar, araştıracağız ve daha büyük güçle döneceğiz. Onlar da aynısını yapacaklar, ya da hemen dönecekler, saldırı ilk öncelik değil." Oysa bunun bir kurtarma görevi olduğunu düşünen bizler, mantıklı sayılabilecek az sayıda olmamız gerekçesini, kabul etmekte ilk anda zorlanmıştık ki aramızda kaybolan iki elfi yakından tanıyanlardan biri öne atıldı: "Her ne olursa olsun hemen, kimseyi beklemeden saldırmalıyız." Onu ikna etmek mümkün değildi elbette sadece haklı olduğu her belirti ile kanıtlanan Elwe işaretini verdi: "Oylayın..." Ve sonuç ezici üstünlükle Elwe ve yardımcısının görüşleri yönünde çıktı. Araştıracaktık ama kaybettiklerimizi bulmak gibi bir umut beslemenin iyimserlik olduğunu oylamıştık. Sadece belanın kanıtları ile geri dönecektik. O bela konuşmalarımızı bile değiştirmişti. O rüzgâr Kuzey'den ve Batı'dan esiyordu. Güçlendiği anda Elwe'ye yakın durup sözümü söyledim :"Sadece geri döneceğimiz zaman onları da arayacağımızı söyle..." Elwe; "Söz verdiğim şeyleri ve yapılabilecek ne varsa yapacağım, dostlukların hatırına." Ve Kuzeybatı Rüzgârları gerçekçi bir adamın sözlerini bu yüz kişilik gruba kabul ettirişinin zaferi ile esiyordu artık.
-----------------------------------------------------------------------------
İşte o rüzgâr
O kadar saf ve güzel yüreklisin ki
Dilim varmıyor, hissettiklerin doğru
Haklısın sonuna kadar, elimizden gelen bunlar
İşte o rüzgâr
Dilim varmıyor, onların kadim olduğunu
Bizim ise genç olduğumuzu söylemeye
İluvatar'ın ilk çocukları, genç çocukları
Bize doğru esiyor kadim dünya
İşte o rüzgâr
Bugün bildiklerimi o zaman bilseydim
Yine de elimden bir şey gelmeyeceğini
Bilseydim, o kristallerin hep aynı saflık ile
Aynı güzellikle Orta Dünya'ya düşeceğini
Sana doğruyu söylerdim, elimdeki sadece umut derdim
İşte o rüzgâr
Söz verdiğim ne varsa, bilmeden söylediysem
Beni suçla, bilmediğime karşı savaşmam istendiğinde
Beni suçla, saf yüreğine bir başka acı veren benim sözüm olduysa
Umutlarını canlı tutup, "Çalışacağım" dediğimde
Yüzümü ve sözümü hatırladığında
Beni suçla ve de ki
İşte o rüzgâr
Yaşamak istemediğim ne varsa, hepsi
Hepsi o gözlerimin dolmasına sebep olan
Ve Doğu'ya savuran gözyaşlarımı
Seni üzdüğüm ne varsa hepsi için dilimde
Tek bir yönden gelen, saflığa düşman
Adını söylerken, kelimeyi kirletmekten korktuğum
Bu senin bilemeyeceğin
İşte o rüzgâr
II. Bölüm Sonu
Resim: Utumno by *Silinde-Ar-Feiniel
------------------------------------------------------------------------------
Yıldızlarla Yürürken
III. Bölüm
Sunuş: Bildiğim sürüklendiğimizdi, karanlıklar ve korkunç gerçeklere. Daha bir süre önce gözyaşının anlamını bilmez iken, tartışma nedir gerçekten yaşamamış iken artık ormanın diğer ucunda can kurtarmak için gitmemiz gereken yerler vardı. Orta Dünya beklemiyordu ve biz zamanın gerçekliğini anlamaya yeni başlamıştık.

Thandbor
Daha önce bu kadar dikkat etmediğim birisiydi Thandbor. Nasıl dikkat edebilirdim ki? Yeterince acı yoktu, aslında hiç yoktu. Bizim için seçilmiş yer Göl’ün ve Orman’ın dünyasında kristallerle süslenmişti. Şarkılar ve şarkılar, bilge olmak için bir sebep yoktu ve bizler çocuktuk. Ama Thandbor…
Ama Thandbor, pek ortada görünmezdi, katıldığı hiçbir şarkıyı hatırlamıyorum, demiştim ya dikkat etmediğim birisi… İlk ech ortaya çıktığında ilk ok atıldığında işte o zaman başladı bu hikayedeki yeri. İnce bir ruhu yok muydu? Mükemmel dostluk yok muydu onda? Sizi yönlendiren olaylar ve şartlarda bunların yanıtını bulduğunuz gibi bu elf’de de yanıtları bulacaktık. Öylese olayları mı anlatmalıyım, mertlik ve dostluğun olayları, tek başınıza kaldığınız zamanki olayları… Ne bir ent ne bir yıldız size ulaşmadığında Thandbor’un yanınızda yürüdüğü olayları.
İşte size, yani bilgelere, Orta Dünya’nın tarihinden bilgileri bulabileceğiniz, pek çok olayı dinleyip okuyabileceğiniz imkânlara sahip olan ve dinleyip okuyan bilgelere basit gelebilecek olayları anlatırken, ben de çocuk olduğumuzu söyledim. Thandbor ya da Talerian hangisi önde giderse gitsin hangisi yol gösterirse göstersin, Elwe kime daha çok güvenirse güvensin sadece çocuklardık, oyun oynuyorduk, canımızı yakan bu oyuna gözyaşının katıldığı her saniye ise büyüyecektik, bilgeleşecektik. Tıpkı o kaybolanların birinin sevdiği olan elf’in gözlerinden yıldızların en saf buzlarının dökülüp, o kadının yüzünden Orta dünya toprağı ile buluşmasını gören, benim gibi çocukların büyümesi gibi. Thandbor büyüyecekti, sonuna kadar savaşmasını isteyen sesleri duydukça, yaşamak zorunda kaldıkça. Ve bizler çocuklardık İluvatar’ın ilk çocukları, sadece oyun oynuyorduk, yıldızlarla yürürken.
------------------------------------------------------------------
Entlerin Acısı
İşte Thandbor önde ilerlerken, herkes ne yapacağını şimdilik anlamış iken, en uzağa gitmiş ve yorulmak bilmeden entleri ararken seslerini duyduk. “Tüm lanetlerrrrrrrrrr, ve hepsi üstümüze gelse de savaşacağızzz” diye bizim dilimizde bağıran bir ent gördüğümüzde üstümüze doğru saldırıya geçen diğerlerini fark etmemiz pek zor olmadı.
Ve o anda Elwe: “Bizleriz biz… Quendiii , dostlarımız…” Neredeyse Thandbor’un ve yanındaki birkaç adamın sonunu getirmek üzere olan ilk bağıran ent ki bu SöğütDalı isimli ilk tanıştıklarımızdan olan, Elwe’ye kısa bir an bakıp, her şeyi anladı. “Demek siz” derken artık durduramayacağı yumruğunu toprağa doğru savurdu. Sanki yer sarsıntısı olmuş gibi bir an öndeki grup olduğu yerde kıpırdandı.
Thandbor kendini tutamadı: “Nedir bu çılgınlık, nedir bu düşmanlık!” Ve kendini korumak için dişlerini sıkmış hazır bekliyordu. Söğüt ve beraberindekiler bizi geç olmasına ramak kala tanımıştı ki belliydi ormanda onlar için de ters gidiyordu her şey.
Elwe, Thandbor’a seslendi: “Tamam Thandbor onları bulduk, sakinleşelim ve acılarımızı paylaşalım.” SöğütDalı öfke denizinden geri döndüğünde, kendini toparlamış o korkunç, derinden gelen sesi bir yana bırakmıştı: “Quendi, Quendi… Entlerin acısı ve Quendi’ninki, Ormanın çok ötesinde gizli .“
Her şey şüphelendiğimiz gibiydi ve buna şaşırmamış halde tepki vermemiz entleri anladığımız Elwe’nin kelimeleri ile ormana ilan edilmişti: “Biliyor ve bunun için burada yanınızda yer alıyoruz. Karanlık Süvari’nin değil.”
-------------------------------------------------------------------
Kim
Elwe'nin son üç kelimesi ile, ent olsun elf olsun konuşabilen kim varsa aynı anda aynı sözcüğü kullandı: "Kim?"
Thandbor tüm gücü ile mızrağını yere saplar iken:"Kim!"
Oklar sadaklara konulmak için bekler iken, yarımız: "Kim?"
Diğer yarımız entlerden gözünü bir an ayırıp: "Kim?"
SöğütDalı, parçaladığı kaya parçaları ve toprağın tozları arasından, o derinden gelen sesi ile: "Kiiimmm..."
Diğer entler adeta etrafımızda, ormanın açıklığında dizilmiş konuşan bir koro gibi: "Kimmmm?" "mmmm..." "Kiiiimmm?"
Talerian hala arkadan yetişenler ile şüpheli bakışlarla: "Kim?"
Ve ben Elwe'yi tanıdığımı düşünen ben, sanırım onu tanıdığım için pek şaşırmamış ben:"Kim."
Bir tek kişinin konuşmadığını fark etmemiz için Elwe'nin işaret etmesi gerekiyordu. Talerian'ın görevde iken kaybolanları en son gördüğünü söyleyen elf, hani tek kelime olanları anlatamayan elf: "Onu gördüm, karanlıkta çok hızlıydı, hani gölün yakınındaki ovalık alanda koşturan atlardan birinin üstünde gibi ancak simsiyah, yüzünü göstermeyen bir süvari; karanlık süvari..."
Elwe bu konuşan elfe doğru birkaç adım mesafe kalana kadar dinlemiş ve cümlenin sonunda işaret eder gibi etrafında dönerek, hepimize tek tek bakıp sanki delirmiş gibi: "Evet, evet, evet, adını koyalım artık karanlık süvari..."
Bu gösteriden sıkılmış görünen SöğütDalı, birkaç uzun adım ile etrafındaki elfleri adeta ezmekten çekinmez gibi: "Onlardan çok var, bir tane değiller Elwe!" demesi ile korkunç gerçeğe daha bir yaklaşmıştık. Kim bu kadar acımasız olabilirdi? Kim?
------------------------------------------------------------------------------
Dostlar, bilgelik sayfaları
Sorunun açıklığı Elwe'ye yönelen bakışları da beraberinde getirmişti.
Elwe devamını getirdi konuşmanın:
"Bu Enelye'nin bana bahsettiği bir şeydi. Dedi ki: 'Hiçbir şey göründüğü gibi mükemmel değil Elwe, gidip bulacak olan sizlersiniz.' ve onun sözüne anlam vermekte ilk zamanlar zorlansam da şimdi görüyorum. Evet, SöğütDalı dostum ilk karşılaştığımızda MeşeKabuğu'nun ilk sesini duyduğumda Enelye'nin sözü aklıma gelmedi mi sanıyorsun. Ve siz de kim olduğunu bilmediğinize ve sizin de kayıplarınız olduğuna göre belki bulduk... Bulduk Orta Dünya'nın kötülüğünü, şimdi araştırmayı genişletmeli, ormanın dışına uzaklara bir bakmalı..."
SöğütDalı şimdi bir savaşan entten farklı görüntüye bürünmüş, adeta köklerini derinlere salmış bilge gibi cevapladı Elwe'yi: "Biz entler kaybettiklerimizin acısı ile hep ormanda dolaşıyoruz ki kaynak orman değil, elimizde ne varsa size yardıma hazırız. Birlikte uzun yıllar çabalayacağımız açık dostum, ve sizlere özrümü kabul edin, sizi o korkunç düşman sandık"
Thandbor kendini tutamamış, bir çift lafı tam yerinde söylemişti:"Demek ki birbirimizi daha çok görmemiz gerek, dost olarak."
Bu söze herkes onay verdi. Dostlar daha çok görüşmeliydi. Orta Dünya'da dost demek yaşam demekti, bunu öğrenmiştik sonunda ve bizler giderek bilgelerin derslerinin ilk sayfalarını çeviriyorduk. Bilgelerin sayfaları hiçbir zaman mutluluk hikâyelerinden ibaret değildi ki bunu iyi öğrenmiştik.
----------------------------------------------------
Bana Doğru
Bekliyorum konuklarım, toprakları paylaştıklarım
Benim varlığımı inkâr etmiyorsunuz
Öyle değil mi ki bana doğru
Dosdoğru bana doğru koşuyorsunuz
Buluşmamız çok uzun zaman önce ayarlandı
Sizin için düşündüğüm bir şey yoktu önceleri
Sizden nefret etmedim ilk duyduğumda
Güzelliğinizi sevdim ama elden ne gelir
Benim değildiniz, bana doğru koşsanız da
Sizler, benliğimin kurbanları
Valar ve Valier'in sevdikleri
Hep bana doğru, gerçeğe doğru
Aradığınız düşmana doğru
İşte tahtımda oturmuş bekliyorum
Takip ettiğiniz ben olmalıyım
Hep gözünüz üstümde olmalı
Notaların gerektiği gibi çıkmadığı yere doğru
Bana doğru biraz daha yaklaşın
Süvarilerimi izleyin, onlar size acının notalarını
Verecek ki dosdoğru doğruca Utumno'ya
Bana doğru rüzgârınızla geleceksiniz
Konuşanların gözyaşlarını bana doğru getireceksiniz
Niye böylesine acımasızım biliyor musunuz?
Niye müziği bozan ben oldum ki
Merak etmeseniz de
Bana doğru doğruca karanlığa doğru
Melkor'a doğru koşuyorsunuz
-----------------------------------------------------------------------------------
Valacirca
Tüm konuşmalar bitmedi elbette, ne yapacağımıza karar vermiş olsak da ayrıntılarla… İşte o anda yukarı baktım bir şey arar gibi, ne olduğunu bir tek kişinin bilebileceği… Valacirca, onun adını aldığı şarkısını söylediği, sözlerini unutamadığım tüm hüznüm ü anlatırcasına biten, bitmesini istemesem de biten şarkısı:
“Şimdi sarılalım, sonsuza kadar yıldızını bileceğim
Tıpkı senin de IşığınTacı'nı bileceğin gibi
Başladı ve olması gereken ne varsa
Yıldızlar altında yaşanacaktı
Başladı sevgi sözcükleri, en sevdiğim"
Şimdi Kuzey’de iken gerçek tehlikede olmadığını düşünmeye çalışıp avunurken, ben de sana değerini, sevgini hak eden bir cümle edebilir miyim ki? Sence gücüm yeter mi Kuzey’e ulaşır mı ki Valacirca yıldızları onları taşır mı?
En karanlığı düşündüğümde aklımda şarkın
Rüyalar veya kâbuslar hep bir, hepsinde
İstinasız hepsinde o güzelim sesin; şarkın
Yok olması mümkün olmayan ne varsa
Tanrılar neden yapılmışsa, hepsi dizelerinin
Bana gelmesi için yaratıldı ki
Benimkiler sana ulaşsın diye hala varlar
Her şey yok olmadan önce, her birimiz
Sonsuzluğa karışmadan önce bu sesimle
Valacirca ile sana seslenmeli, benim
Yıldızımı nasıl bildiğini söylüyorsan
Ben de öylesi bir aşkla biliyorum demeliyim
Valacirca tüm gözlerin farklı gördüğü
Benim için ise tek bir anlamı olan Valacirca
Sonsuzluktaki sen, IşığınTacı sen duy diye
Orada Valacirca, ormanların ötesinden
Sesimi, şarkımı duy diye, sevgi sözcüklerimi
Hiç bitmeyecek sonsuzluğu duy diye
Valacirca, sesim olsun her parladığında bir
Sevgi öpücüğü benden asil ruhuna dokunsun…
----------------------------------------------------------------------------------
Gerçek
Kuzey’de orman sona ermeden biz Kuzeybatı’da sona erişecektik. Yanımızda bir ent ordusu ormanın bıçak gibi kesildiği tepelere ulaşmamızla bir ipucu arayışındaydık. Talerian’a yakınlık hisseden kayıpları tanıyanlar artık sabırsızlanıyordu.
Talerian yanıtladı: “Grubun liderine soracağım, belki bilmediklerimize bir açıklık getirir.”
Ve öyle yaptı. Thandbor, Elwe ile arasındaki tek kişi iken sordu: “Elwe seni liderimiz olarak gördüğümüz için sana sormaktan başka bir şey düşünemedik. Kayıpların nereye gitmiş olabileceği hakkında bir tahminin var mı?”
Ses tonundaki, vurgulamalarındaki sıkıntıyı sezen Thandbor, Elwe’ye yaklaşmasını istemiyor gibiydi. Belki de bu kardeşler arasında ilk ciddi gerginlikti.
Elwe sakin biçimde Thandbor’un yanında yürüyüp ellerini Talerian’ın iki omzuna götürerek yanıtladı: “Düşmanın dağlardaki karanlıktaki topraklarında olmalılar, ancak ne adı var, ne şimdiye kadar gören… Sadece aramakta beraberiz Talerian sadece arıyoruz.”
Talerian az önceki sinirli halini terk etmiş tüm vücudunun soğuduğunu, acıyı hissettiği bir biçimde onların yanından ayrılıp ilk konuştuklarına cümleyi aktardı. Gerçek tam olarak buydu.
Benim için mi? Ben sadece Valacirca’nın her zamanki gibi parıldayıp parıldamadığına bakıyordum, sessizdim ve bu Elwe’nin dikkatini çekecekti biliyordum. Gerçek IşığınTacı’na nasıl davranacaktı? Gerçek gerçekten acılarla dolu olanlar mıydı? Bildiğim Cuivienen de gerçekti, sadece zaman değişen ve kendi gerçeğini yaratandı. Yine kamp kurduk dinlenmeliydik.
---------------------------------------------------------------------------
İzlendiğimizi bir tek ben düşünüyor olamazdım ki Thandbor yanımda belirivermişti: “Gerektiğinde yanımda olacaksın öyle değil mi?”
Yıldızlara baktığımı fark etmiş olmalıydı, yanı başımdaki devin vücudunun kapatmadığı bir alandan Elwe’yi gördüm, bana bakıyordu. Hala O’na bakarken Thandbor’u yanıtladım: “Olmam gereken yer IşığınTacı’nın yanıydı, ama o çok gururlu ve bağımsız. Seni sonuna kadar savunurum dostum, IşığınTacı’nı nasıl savunursam.”
Thandbor bilmece çözmekle uğraşacak değildi ve ben de aslında cidden herkesi savunmak istediğimi anlatmak istiyordum. Ama garip cümleler kurmak gibi bir zaafım olduğu açıktı. Uzun yüzünün hatları sanki bir şeylere zarar vermek istermiş gibi gergin bana tok bir ses ile : ”Elbette, hepimiz birbirimiz için mücadele ederiz. Sadece her zaman uyanık olmalıyız.”
Onayladım ve Elwe ve Thandbor’a sırtımı dönüp entlerin yanına doğru ilerledim. Entler tepenin baktığı karanlık vadinin gözetlemesini yapıyorlardı. Bir kısım ağaç hala ormanı anımsatacak biçimde burada yaşıyordu. İlk yanına vardığım MeşeKabuğu’nun eşiydi: “Sizce şansımız nedir?” bilgelik yoluna gidişte, düşüncede ilk olduğuna inanılan ente soruyordum bilmeden.
Yanına geldiğimde beni rüzgârdan koruyan diğer entlere de bakarak: “Her zaman olması gerektiği kadar şans var Quendi.”
Üstelediğimde: “Ya bu sefer?”
Bana uçurumdan vadiyi göstererek: “Sence bu kurak dağlarda ağaçların aşağıda bir yerde yetişme şansı neydi? Olacakları etkilemeye çalışmamız gerekir, imkânsız olanlar ise tartışma gerektirmez Quendi, sadece olur mu diye bakmana ise gülenler olsa da boş durmaktan iyidir.”
Cevabımı almıştım üzüntü ile ente acılarımızın ortak olduğunu hissetmesi için son cümlemi kurdum: “Artık bu vadiden tek bir ağaç sökemeyecekler, elimden geldiği sürece.”
Olduğum yerde oturup entlerle, yıldızlarla vadiyi izlemeyi uzun süre sürdürdüm.
Kayıpların seslerini duyduğumu sandığımda uyuyakaldığımı anlayacaktım. Ortalık karma karışıktı uyandığımda. Herkes “Karanlık Süvari olmalı… Hazırlanın… Karanlık… Süvari… Orada…” gibi kelimeler sarf ediyor, oradan oraya koşuşturuyordu.
Oysa gelen bize kendini tanıtacaktı, bizden pek çoğu ona hayran, hepsi dost bilecekti. IşığınTacı bile orada beni beklerken, yanı başımda belirir iken, bu elfe bir kez daha en muhteşem rüyalarını yaşatan yani sevdiğin kadını ve grubunu doğruca bize getiren bu süvariyi, nasıl olur da dost bilmezdim: Orome. Tüm ihtişamı ile bundan sonraki cümlelerimi Onu anlatmak için sarf etmem gereken Orome. Sevgilimi kollarıma aldığımda beraber sonsuz kahkaha ve sevinçle baktığımız Vala; Orome.
III. Bölüm Sonu
Resim: http://www.lynniel.com/images/Wood%20Elf.jpg
----------------------------------------------------------------------
Yıldızlarla Yürürken
IV. Bölüm –Son-

Orome
Yıldızlar, Göl, Orman ve entlerden sonra
Birbirimizden sonra bize gönderilmiş bir el
Öylesine soğuk öylesine acı günlerde
Bize geldin Orome
Elentari’nin yıldızları yüzünde parıldadığında
Ben sizinleyim demene gerek yoktu
Biz birbirimizi nasıl biliyorsak seni de
Tüm sevgimiz ile biliyorduk çünkü
Sen bize gelendin Orome
Uçsuz bucaksız toprakları aşıp geldin
Şarkılardaki yerini elbette alacaktın
Senin için birkaç dize olsun söylemeyen
Var mı, olabilir miydi?
Ve o şarkıları bizim yapmak için geldin
Onun için gelmiş olmalıydın
Sen bizim Orome
Tüm mağrur tanrılardan mağrur
İçinden gelen ne ise, doğru bildiği ne ise
Sözlerine ve taşıdığın aleve katan
Sen bizim Orome
Bizim için sürdün atını, elf dostu
Bizim sevdiğimiz gibi sevdin,
İsim verdin, yol gösterecektin
Eldar demek geçti içinden ve dedin
Quendi senin dilinde Eldar'dı
Ve seni takip etmek içimizden geçecekti
Bilmeden, sadece yüzündeki o aydınlığın
Yansıması ile sen bizim Orome
Bu koca düzende sesimiz oldun
Konuşanın dostu, ses verenin dilini konuştun
Sevgili Vala, sen ses oldun
Bize geldin Orome
Bu yıllar sonra söylenen basit bir şarkı olacaktı ki öylesine basit, öylesine saf, öylesine benimdi. Onda sahte bir tek kelime duymadık. Bizim için mücadelesini hep minnettarlık ve dostluk duyguları ile anacaktık. Dost bildiğimiz kimler varsa onlar da öyle bilecekti.
"Bize geldin Orome, en karanlık zamanımızda, hiç unutmadık ve unutmayacağız. Sen ne güzel bir varlıksın ki gözlerimizi kamaştıran bir saf ruh ile karşımızda, tüm benliğinle karanlığa meydan okudun. Yüzünde yıldızların ötesinde parlayan bir şeyler de vardı. İki ağaç Valinor'dan bize gelmişti ki yine de senin saf iyiliğin olmasa asla bu yansıma gelemezdi. Değerlilerin değerlisi ebedi dostumuz Orome hoş geldin".
Şimdiki bilgim ile tam olarak bunları söylerdim Ona ki sadece şu cümlelerle yetinecektim : "Sen ne güzel bir varlıksın ki gözlerimizi kamaştıran bir saf ruh ile karşımızda, tüm benliğinle karanlığa meydan okudun. Yüzünde yıldızların ötesinde parlayan bir şeyler de var..."
-----------------------------------------------------------
Vakur
Tanrı doğruca bana doğru cümlelerini kurdu: “Evet sizi buldum ve size Yıldızların Halkı’na ve tabii ki Ormanın Çobanları’na geldim. Ve sizi kendimden biliyorum. Ben Orome, size Yıldızların Kraliçesi’nin yaşadığı Ölümsüz Toprakların ışığını vaat ediyorum. Bunu daha sonra konuşacağız ama şimdi tehlikenin büyüklüğünü bilmelisiniz.”
Son cümle ile büyülenmiş gibi onu izleyen herkes kendine gelmişti. Yine o karanlık duygular, yine o sefil nefesin elindeki dostlarımız aklımızdaydı.
Talerian adeta bir sözcü gibi Orome’nin atının yakınlarına kadar koştu ve sözler dökülüverdi acı ile: “Ey Orome seni dost bilenlerin tehlikede olduğunu söylüyorsun bize anlat ki baş edelim. Kaçırılmış dostlarımızı bulalım ve kurtaralım”.
Ve uğultu hem Olwe’nin hem Elwe’nin grubunda aynı anda yükseldi: “Evet çok haklı… Onlar için… Savaşmamız gerekirse gideriz…”
Ve hala elini tuttuğum IşığınTacı: “Yayım ve oklarım hazır…”
Thandbor o gürleyen sesi ile “Mızrak ve yürek hepsi bunun için hazır…”
Entlerin sözcülüğünü yapan SöğütDalı o boğuk içten gelen sesi ile “Dostlarımız için…” derken Elwe ve Olwe sessizce tıpkı benim gibi sessizce beklemekteydiler.
Orome dikkatini benim üstümden Talerian’a çevirmiş ve birkaç saniye Ona baktıktan sonra doğrudan gerilerde duran Elwe ve Olwe’ye doğru konuşmuştu: ”Bugün döneceksiniz, sizinle geleceğim ve sebebini anlatacağım. Ama…”
Tam o sırada yine o kadını gördüm, hani gözyaşını ilk gördüğüm kadın: “Hepimiz buradayız tek sebep ve amaç için, niye?”
Orome acının büyüklüğünü yüreğinde hissetmiş olacak ki atından indi ve bir tanrıda görmeniz kolay olmayan vakur bir tavırla kadının yanına gidip gözyaşlarını silmeye başladı. Kadın anlamış gibi teslim olmak istemedi önce ve sonunda Orome: ”En önde gideceğim, tüm Valar burada olacak o gözyaşının hatırına”.
Kadının elinden gelen sadece acı ile elini kalbine götürmekti. Ve Orome onu kolları arasına alıp sarıldı. Bunları izleyen ben ise IşığınTacı’nı kollarıma almakta ve karanlığın gücüne karşı güç aramaktaydım.
----------------------------------------------------------------
Sonsuzluğun damlaları
Öylesine ağır akıyor, göz pınarlarından süzülüyorlar, acı acı ve daha fazlası... Ellerimle durduramadan önce kimisi yapraklardan süzülen taneler gibi yanaklarını terk ediyor toprağa yolculuğunda... Ellerim yetişene kadar, her yeri sarıyor bir fırtına... O fırtınada sana ulaşmam lazım... Öfkeni, hayal kırıklıklarını ve acı acı dökülen yaşları kavramam, onları sonsuzluğun damlalarını kristaller gibi saklamam şart... Yoksa anlamı olur mu bunca çabanın, sana değer vermeyen ne varsa toprak ya da başka bir şey ben varım demeliyim, ben varım sonsuzluğun damlaları için...
Unutulmuş zamanların unutulmuş şarkılarında... Değer verenlerin şarkılarında sonsuzluğun damlaları... Gerçekten ağladığında gerçek sonsuzlukta, ellerim yanaklarına ulaştığında... Unutulmuş zamanların unutulmuş şarkılarında... Okşadığın duyguların en acı olanlar olduğu en ağır olanlar olduğu zamanlarda... Sen sadece ait olduğum zamanların bir hikâyesi... Sen bana ait olan, benim olan zamanların gözyaşları... Sonsuzluğun damlaları... Sonsuza dek...
--------------------------------------------------------------
Gazap olsun
Bu dünya yıkılmaz bilirim. Biz uyurken yıkılmamıştı. Kim bilir ne canlar yanmıştı. Ama elimde değil sonsuzluğun gözyaşları şimdi benim zamanımda akıyordu. O kadın... Sözümü söyleyemeden unuttuğum ne varsa o kadının gözyaşlarında... Ve şimdi tekrar tüm gücümle, IşığınTacı'nda aradığım gücüm ile kendime gelmiştim. Sevgiliyi geride bırakıp tanrının yakınlarına kadar yürüdüm. Bir kere dikkatini çekmiştim ve bu sefer mantıklı olmayacaktım. Mantıklı olmaktan yorulmuş halde: " Valar'ı bekleyecek zaman yok, ey Orome, biz buradayız tüm gücümüz ve sen o sefillerle baş etmemize yetecektir. Geri çekilemeyiz, gazap olsun, sonlarını getirelim artık!"
Orome son şefkat kırıntısı ile kadını diğerlerine teslim etti ve yüz ifadesi ve duruşunu birden değiştirdi, katı bir buzdan ifade ile bana cevap verecekti: "Bugün ölmek istemenizi anlıyorum. Ama Melkor uzun süredir hazırlanıyor. Size adını veriyorum işte, önümde sürünmesini görmek istemez miyim? Ama yöntem biliyorum. Siz kale nedir bilir misiniz?"
Şimdi kendi etrafında dönüp ellerini havaya kaldırıp : "Bu Ea büyük güçler gördü, gücünü kaybedenler gördü. Ve ben hata yapmayacağım. Sadece bilin şimdi peşinizden bir kişi daha sürükleyenin sorumluğu büyük olacak. Geri çekilin!"
Elwe o anda bilmediğimiz çok şey olduğunu anlamıştı ki söze girdi: "Sadece açıklamalar bekliyordu Orome, sadece bir şans var mı?"
Ben ise kederli son sözümü söyleyecektim: "Sözümü tuttum ‘çalışacağım’ demiştim." O anda kadının gözleri ile buluştu gözlerim, gülümsedi bir an ve her şey bitmişti, aramızdaki anlaşmayı tamamlamıştık. Entler geri dönmek için hareketlenmeye başlamıştı bile.
Orome son olarak kendisine tekrar bakıldığını farkında sözünü tamamladı: "Tekinizin bile şansı yok! Orayı yerle bir edecek olanları uykularından uyandıracak olan benim. Ve size sözüm atımın önüne çıkacak yürüyen ne varsa benden korksun"
Ben ise çoktan entlere, IşığınTacı ile katılmıştım bile. Sevdiğim, sonsuzluğun gözyaşlarına takıldığımı bilir gibi: "Sen onlar için her şeyi yaptın."
Kederle sordum:"Ne yaptım sevdiğim?"
Açıkladı: "Bir Vala'nın hiddetini üstüne çektin ki diğerine; O Melkor'a karşı, daha bir acımasız olabileceğini gözyaşı dökenlere gösterdin."
Ve Orome yanımızda iken tekrar yollardaydık. Ormana doğru tekrar, tüm gruplara haberciler gönderilmişti, tehlike haberleri... Sadece bir arada kalırsak başarabilirdik. Bir aradaydık Thandbor en geride, Talerian ve beraberindekilere dönüş yolunu gösterirken bir aradaydık. Uyandığımız mükemmel bir hüzündü ve Orome'nin her sözü ile bilgeleşiyorduk. Şimdi bir araya toplanıp düşmanımızı bilecektik. Bir ozan bize bakıp "Onlar hep beraberler" diyecekti: Talerian, Thandbor'un elini sıkarken, Elwe bana bakıp selam verirken... MeşeKabuğu'nun eşi MeşeYaprağı IşığınTacı'na gülümserken... Olwe, SöğütDalı'na teşekkür ederken... Ve O kadın; hepimizin sevdiği, değerlilerin değerlisi iken...
---------------------------------------------------------------------
Yıldızlar bizimle yürürken
Uzun zaman sonra kendime geldiğimde, sonsuzluğun damlalarının etkisinden bir an sıyrılabildiğimde artık biliyordum. Gerekli olan her şeyi her desteği Valar'a verecekti Quendi. Melkor mağlup edilecek, Utumno yıkılacaktı. Ancak mücadele hiç bitmeyecekti. Onlar Orome'nin Eldar'ı, İluvatar'ın İlk Çocukları; aydınlık güçler için hem yıldızların altında hem en karanlık zindanlarda çarpışacaktı. Pek çok hikaye benimkine karışacak, yıldızlar bizimle yürürken aşk ve korku duygularını benim hissettiğim gibi hissedecektiniz. Bu hikayenin devamı olabilir, yıldızlarla yürürken sürebilir, ama başka bir zamanda artık bir ara sonu hak ediyor. Bizler bilgeler olma yolunda savaşçılar ve sonsuz gözyaşı dökenler iken yıldızlarla yürürken...
Size kim olduğumu son satırlarda yazacağımı söylemiştim: "Cirdan gibi son terk edenlerden Orta Dünya'yı, bir elf sadece Yıldızlarla Yürüyen."
Yıldızlarla Yürürken -Son-
Resim: The Teleri Swan ships by ~korstemplar
http://fc03.deviantart.net/fs16/f/2007/184/9/9/The_Teleri_Swan_ships_by_korstemplar.jpg
--------------------------------------------------------
Yarım kalmış Savaşım
Uyandığımızda, sonsuza kadar yaşayacağımızı düşünmüş olabilir miydik? Elentari, ilk defa bizi, sesinin o yıldız tozu ile uzun bekleyişinden uyandırdığı zaman aklımdan geçiyordu. Bu kesindi, ismimizi biliyor olmalıydık.
İşte IşığınTacı ile ilk karşılaştığımda, adımı söylemem onun için bir şeyler ifade ediyor olmalıydı. Onu gizledim, öykü boyunca söylemeyecektim.
Siz benimle bir öykü dinlerken, ismim IşığınTacı’nın dilinden dökülecekti. Şimdi fırtınalar koparken öykülerde, içimden geçeni anlatmama yeter mi bilemiyorum.
Elf topraklarındayım, kaybettiklerimizi düşünüyorum şimdi. Onları kurtaramadığım için Ilúvatar’ı affedemiyorum. Elantari’ye sığınıp kederimi unutmaya çalışıyorum. Yoksun IşığınTacı uzun geceler boyunca yoksun. Sen sen değilsin ki ben de ben değilim.
İçimden geçen bu… Şimdi Utumno önlerinde Valar’ın savaşını izlerken, bizden olanların acılarına son verildiğini gördüğümde, tekrar uyanıyorum. Tekrar elf olduğumu hissedebiliyorum.
Ve işte sonunda geliyorsun IşığınTacı. Kelimelerle anlatılamayacak gökyüzünde yine sen, beni Valacirca’ya ulaştırıyorsun. Hepsi gerilerde kaldı derken elimden tutup ayağa kaldırıyorsun. Kendimi sende buluyorum, sarılıyorum, sarılıyorsun.
“Bir daha öleceğim zamanı, hiçbir Vala’nın söylemesine izin vermeyeceğim, IşığınTacı”
Hala sarılırken, gökyüzünde yıldızlar sözüme karşılık verir gibi konuşuyorsun:
“Tek bir Eldar için hepimiz olacak, hiçbir Vala bir daha kararımıza karışamayacak.”
Şimdi kollarımın arasında tüm Eldar’ın kalbini tutuyorum.
“Sanırım bu benim lanetim değil, şimdi anlıyorum o gün ölmeliydik, Ilúvatar cevap ver, Orome neden bizi önledi?”
Şimdi en önemlisini söylerken başını kaldırıp gözlerime bakıyorsun: “Bu oyun hiç başlamamalıydı. Melkor dedikleri her ne ise, hiç var olmamalıydı.”
Ve o anda anlıyorum, IşığınTacı’nın doğruyu söylediğini: “Sarıl ve tüm dünyayı dışımızda bırakalım.”
--------------------------------------------------------
Yorumlar