top of page

Yakut Kalpli -Orta Dünya-

  • Yazarın fotoğrafı: Koray Yılmaz
    Koray Yılmaz
  • 7 May 2016
  • 37 dakikada okunur

I.Bölüm

Yerde duran mandolini almak için hamle yaptığında ozan, yine aynı ormanın aynı köyüne yakın bir yerde olduğunu fark etmişti. Hani “Sınır Muhafızının Yaşamı”nı anlattığı yer. “İlk duyan yine onlar olacak” diye mırıldandı. Notalar başladığında yanlış olduğunu düşündüğü tek şey yoktu. Etrafındakilere nasıl bir dünyadan bahsedeceğini belli etmenin zamanı gelmişti. “Yakut kalpli, bir insanın hikayesi. Kalbi yakuttan ışığa hasret, kırılması kolay değil. Kırmızının parçalarını toplamak mümkün olur mu ki başına bir şey gelse…” O sırada dinleyenlerin hepsi; şaşkınlık içinde, belki korkuyla karışık bir şaşkınlık içinde her şeyin kırmızının tonunda parıldadığı bir dünyaya bakarken buldular kendilerini. Gözlerini ovuşturup bunu durdurduklarını düşündüler ama bu bir başlangıçtı. Siz bunu okuyanlar için bile. Read more: http://www.erynlasgalenrp.proboards.com/index.cgi?board=lothlorien&action=display&thread=27&page=1#ixzz1Qx6C7bez

---------------------------------------------------------------

“İnsanların, Orta Dünya Batısı’nın topraklarına sıkışıp kaldığı zamanların öncesiydi. Adalarını terk ettikleri zamanın ise epey ilerisi. Toprak hala bereketli iken ve şehirler yıkılıp gitmemişken, Osgiliath şehrinin görkeminde nesiller yaşamlarını sürdürürken… Krallığın her yerinde tanınan bir şifacı ailesindeki kız çocuğuna babası böyle sesleniyordu: ‘Yakut kalplim’. Öyle ki anlamını onlarca kere anlatmasına rağmen tekrar tekrar soran kızına bir kere daha anlatıyordu işte.” Ozan Muile mandolinin tellerinden elini çektiğinde herkes sorgulayan gözlerle bakıyordu. Birisi: “Neden böyle sesleniyormuş acaba?” diyerek oradakilerin merakını dillendirdi. Ozan yanıtladı: “Hiç yakut gördünüz mü acaba?” Birbirlerine baktılar ve kimisi seslerini yükselterek yanındakine “Elbette gördüm, bundan beş yüz yıl önce savaş ganimetleri dağıtılırken… Ben de büyük bir şehirde bir ladynin tacını süsleyen… Ben hiç görmedim… Evet, eminim o gördüğüm en parlak yakuttu…” Muile mandolinine dokunup, yüksek bir tonda sözüne devam etti: “O yakut kalpli dediği hikâyenin konusu: Çok karanlık, çok duygusal, çok acı ve evet nefret dolu…” “Onun adı… Dinleyeceğiz”

-------------------------------------------------------------

İnsanların parıldayan tarihlerini, yazıların altın mürekkeplerle kütüphanelerini dolduracağı günlerden bahsediyordu elbette Muile. O tarihte bir kız çocuğunun babasından duyduğu en güzel sözden söz ediyordu. Onca olayın içinde seçmişti bunu. Belki yeteneği onları canlı olacak kadar gözler önüne getirmekte yeterli olmayabilirdi. İşte asıl etkileyici olan buydu. Yine de onu dinliyorlardı. “Size vaat ettiğim kristalden gözyaşı, çeliğin soğuk sesi ya da dehlizlerde kaybolan birinin hayatı olmayacak tabii… Tabii ya demeniz için çok fazla beklemeyeceksiniz. Zaten çoktan başladı…” Onlara neden bahsettiğini belli etmenin çoktan zamanı gelmişti. Mandolin birden en küstah elfin bile cesaret edemeyeceği karanlık notaları çalmaya başladı. Nereden bilebilirdi ki böyle notaları bu adam, sanki bilir gibi Melkor’un notalarını, böylesine bir melodi nasıl oluştururdu? “Size aylar önce anlatmıştım, orada bu notalar vardı. Sadece tek başına duyduğunuz zaman öylesine ağır gelmiş olacak.” Dinleyenlerin sanki bir savaşın ortasında gibi olan bakışlarının farkında bir ozan… Devam etti… “Onun aradığı yakuttan kalbiydi. Hani sormuştun ya elf kızı ‘tacirlerden üçüncüsü olan iki kardeş’, ne taşıyor diye.” Elf kızı:”Bu notalar, onun adı bu öyle değil mi?” Diğerleri: “Onun adı.” Şimdi hepsinin gözlerinin önüne gelen işkence çekmiş, ölüme gitmiş tutsaklar ve o korkunç yüzdü. Kırmızıya hasret kalacak, notaların kırmızı olmasını isteyecek bir halde; belki dinlemekten bile vazgeçecek haldeydiler. Muile çok fazla uzatmadı. Mandolini bir kenara koyup ayrılmak isteyenlerin olabileceğini düşünüp hepsini saygı ile selamladı. Şimdilik giden olmamıştı, böylesine ağır yükleri bile taşımaktan çekinmediler. “Dinleyeceğiz.”

------------------------------------------------------------------ Karanlık notalar suskunlaşır… “Şifa evlerinde bir grup acemiye dersler: ‘Elendil Numenor’dan geldiğinden beri Gondor’un Ak ağacı Orta Dünya’da. Gondor, Arnor güvende. O ağacın narin gücünü, asaletini yüreğinde hissedip bilenleri iyileştirmek bizim işimiz. İşte Ak Ağaç nerede diye soran olursa, şifalı ellerimde ve şimdi de senin kanında diyebilirsin.’ Sıradan bir günde açıklanan felsefe dolu sözler. Bitkileri incelerken hepsinin aklında aynı soruydu, bir gün doğru olanı seçebilecek miyim?” “Ders sona erdiğinde ‘Nieninquë…’ dedi yanı başına gelip arkadaşça gülümseyen bir öğrenci, narin sözü bu elf kızı için bulunmuş olmalıydı diye düşünüyor, az sonra ise soru soran gözlerle bakıyordu yakut kalpli. ‘Üzgünüm kendimi tanıtmak için bundan güzel bir fırsat olamazdı. Benim adım kısaca Ninque, bu çiçek beyaz gözyaşı…’ Sözünü tamamlar bizimki ‘Kardelen deriz biz de. Bir elf için burada bizimle eğitim almak; yolunu kaybetmiş olabilir misin?’ merakla sorulan sorular… “Aksine, burayı ben seçtim, Lindon Krallığı’nın dışında en büyük medeniyeti merak ediyordum.’ ‘Peki, öyle olsun ben Mirilya…’ yakut kalplinin gerçek adı. ‘Ama bu Quenya dilinde, çok eskiden bir bağ mı’ ‘Ada yok olmadan öncesine dayanırmış. Kaç yaşındasın sen, bilmediğim daha neler biliyorsun bakalım’ ‘Peki tam olarak elli kış sonunda Nieninque gördüm diyebilirim, artısını sen ekle’ Bu sözler ile gülüştüler. Sıkı dostluğun başlangıcı mıydı çiçek ile mücevherin buluştuğu şifa evleri…” Söyleyeceği hiçbir güzel söz artık önemli değildi Muile’nin. Beyaz rengi bile söylerken herkes bir ton kırmızı ile görüyordu, dinliyordu. Ve bunu anlatmanın başka yolu yoktu. Belki bunu dinleyenler ibret almanın dışında bir şey beklemiyordu. Ama ozanın asıl niyeti bu da değildi. Onun için hikaye, Gökkuşağı’na gidecek kırmızının bin bir tonu idi…

----------------------------------------------------------------------

Şifa Evleri “Ağaçlardan pek de ayrı olmayan, bir terasın iç kısımlarındaki, geniş bir salonda toplanan acemiler şimdi yeni bir günde yeni bir yüz tanıyacaktı: ‘Düşmanı acı, düşmanı duran bir kalp. Dostu acı, dostu duran bir kalp. Şifacının elindeki, bundan başka bir şey değil gibiydi. Onlar yöntemleri öğrendiler, emek harcayarak; gözlerini, dişlerini, vücutlarını yıkarak, sonra onlara şefkat gösteren bir başka şifacının ellerinde can vererek… Acınacak, ağlanacak bir durum mu? Çaba göstermek ayıp mı, nafile mi? Şifa evlerini kuranları anlamamış olacaksınız beni şimdi dinlemezseniz. Arda üzerinde kan dökülmemiş kıta yok iken bunları bilmezseniz, değerini anlamazsanız, böylesine sorulara cevap veremezsiniz.’ Kimyanın sırrını vermek yerine seçtiği giriş ile ilgiyi çekebilecek miydi bu saçları ağarmış, gözlüklerinin üstünden sınıfı süzerken yüzünde tikler oluşan, ağır yükler taşımış olan adam? O saçları bu an için ağartmıştı. Hayatta kalmak ve bir sonraki oyun için, acı oyun için hazır olmak… ‘Yaşadığınız her an bir meydan okuma, dönüşeceğiniz küçük kimyasallardan önce, birbirine sarılan kimyasallar desem çok acımasız olurdum biliyorum. Çünkü cevap soruda gizli, acınacak bir şey yok, isterseniz ağlayabilirsiniz ama mücadele böyle bir şey. Çaba göstermeyeceksek Sauron’a karşı bu şehri niye inşa ettik ki? Kalbinizin üstüne koyun şimdi ellerinizi, parmaklarınızın ucunda hissedeceğiniz şey…’ Hepsi bu sözleri anlamak için çaba gösterir gibi, ellerini göğüslerine götürdüler. ‘…bir parça sevgi’. Mirilya babası yanı başındaymış gibi hisseder: ‘Yakuttan bir kalp.’ Diye istemsizce mırıldanır. Bir tek Ninque duymuştur onu. ‘Şimdi kimya demişken önce kendi varlığınızı düşünmenizi istiyorum bu gece. ‘ sınıflarından ayrılırken bu sözlerle dudaklarında sadistçe bir gülümseme ile onlara bir baktı hocaları. ‘Daha sonra çok şey alacağım o varlıklarınızdan’ sözleri ile takılmadan edemedi. Elleri kalplerinde adeta donmuş haldeki acemiler birden kendilerine geldiler. Evet, artık şifa evlerinde olduklarına emindiler.”

-----------------------------------------------------------

AnwaHarma Adını bile söylemeden acemilerin ellerini kalplerine götürten, varlıklarını sorgulamaları konusunda onları adeta tehdit edercesine ikna etmeye çalışan bu insan kimdi? Şimdi acemiler kendilerini toparladıklarında hepsinin ilk aklına gelen bu idi. Tam mırıldanmalar uğultu halini alacaktı ki, salonun kapılarında bu sefer başka bir öğretmen belirdi, önceki ayrılırken bu yeni gelen sadece yere bakıyordu. Birkaç adım sonra yanından geçerken: “Senin acınası şefkatine ihtiyaçları olacak GerçekHazine… Hmm hmm bu kız ve erkekler burada olma sebeplerini anlayana kadar, kurtarabildiklerini kurtar…” Yeni gelen, anladığını belli etmek için:”Üstat.” Diyerek sanki bin yıldır tekrarlanan bir seremoniyi tamamladı. Önceki tek bir sevgi belirtisi sergilemeden gözden kayboldu. Oysa o ak saçlı sifacının onlara kalplerinde aramalarını söylediği şey bir parça sevgi idi. Şimdi bu şekilde onları deniyor muydu? İliklerine kadar donmuş acemiler sanki sıcak bir güneşe ihtiyaç duyan zayıf varlıklar gibi yaklaşana döndüler yüzlerini. Bu bir elf idi. Acemilerin gözlerinde ihtiyaç duyduklarını görüyor olmalıydı. Onlara adeta bu şekilde bakıyordu. “İsmimi duydunuz” dedi. “Bir gün hepiniz değerinizi ispat etmeniz gerektiğini şu anda anladınız. Bu bir şaka değil. Ve şimdi genç dostlarım, ders falan yok.” Elf, özenli altın renginde harflere benzer işlemeleri olan beyaz giysisi, simsiyah saçları ile büyülü bir yaratık, ama bir o kadar gerçek gözler ve gülümseme ile ihtiyaç duydukları bir tutunacak dost gibiydi. Sözüne devam ederken salonun açıldığı terasa doğru ilerlemeye başlamıştı: “Güneşin batışını birlikte izleyelim, Osgiliath’a bir kere daha bakalım.” Yüksek kuleleri, kubbeleri, beyaz gri sarı renkleri ile medeniyetlerine baktılar terastan. Güneşin ıstan ışınlarını içlerine doldururken… Geceyi düşünecek zamanları daha sonra olacaktı. Ninque Mirilya’ya fısıldadı:”AnwaHarma. Bizdeki adı.”

-----------------------------------------------

Muile:”Daha ne kadar”

“Elinden geldiğince ellerini kalplerine götürmemek için uğraşıyorlardı. Her biri güneşi farklı mı görüyordu, yavaşça ılık etkisini kaybederken? Gözleri kaç kuşağın gözleri ile bakıyordu. Akıllarını oluşturan, kuşakların bilgileri, fikirleri, korkuları ve bilinen duygularının ne kadarı o gün batımını yorumlarken etkili idi? Yaşadıklarının hepsi atalarının izi ya da bir şekilde karıştığı etkileşimler olmalı idi. Kendi kararlarını vermelerinde; kendi varoluşları ve geri kalan tüm evren etkili olmalı idi. Karar verdikleri her şeyi kendileri dillendirse bile: Ortak akıl ile, bin bir türlü algı ile ya da az önce sözü edilen kimyasallar ile, beyinlerindeki değişme ve yorumlama sonucunda ortaya çıkarken kararlar; nasıl ayırmalıydı benliği evrenden. ‘Cevap, yorum yapan beyin! Ama nasıl’ dedi Mirilya. Varlıklarının belirleyici ayracı bu olmalı idi. Varlıklarının kaynağını sorgulama ise apayrı bir şey olmalıydı: Bir an öncesine ait evreni, belki İluvatar’ı sorgulamaları gerekiyordu. Zor olan; varlıklarını sürdürürken, onca olayı geri sarmak, birbiri ile etkileşen bir sistemin geriye doğru çözümlemesini yapmaları idi. Ellerindeki bilgiler yıpranmış ve düşündükçe yıpranmakta, nefes aldıkça yeniden yıpranmakta ve dost gördükleri ılık güneş ışığında tekrar tekrar şekil değiştirmekte idi.

….

AnwaHarma’nın gözlerine baktılar zaman zaman. Sorunun sorulduğunu biliyor olmalıydı. İpucu verecek miydi? Dostluğun bile çözemediği şeyler olduğunu düşünenler olacaktı, belki bir kısmı onun gözlerine yeterince iyi bakmadığını, bir kısmı ise daha çok zamana ihtiyaç duyduğunu, dilinin ucunda olduğunu düşünecekti. Elini kalbine götürmekte tereddüt edip, diğer eli ile durduran yenilgiyi kabul etmeyen cesur gençler… Bir kere daha güneşin yıkadığı Anduin’e doğudan bakma şansına sahip olmak… Belki de Arda’nın son gecesinden önce AnwaHarma’nın Osgilitah’ı izleme tercihi ile elde ettiklerinden bu şans bir aldatmaca idi… Ona kızmalı mıydılar yoksa? … Yoksa dost bu elf mi demeliydiler.

….

Daha ne kadar sabredebilirdi Yakut Kalpli, daha ne kadar rüyalarında herkes ona dünyasının renklerinin güzelliğinden bahsedecekmiş gibi gelirken, birden uyanmanın acısını taşıyabilirdi. Hatırlamaya çalışırken o düş kırıntılarını, gerçek hayatın onların izlerini her seferinde tekrar silmesini önleyememenin o inanılmaz berbat duygularını daha ne kadar taşıyabilirdi. AnwaHarma’nın gözlerine baktı…

Mirilya:’Ninque, ne kadar da derin bir dünyası olmalı.’

Ninque:’Bu yüzden bu adı aldığına eminim.’

Mirilya:’Belki’ “

Muile onca lafın sonunda kendisinin derin bir dünyası olduğunu ima etmiş olduğunun farkına varır ve kibirli davrandığından, yalan yanlış cümlelerinden biraz çekinir, neyse ki mandolini sihirlidir, hatalarını örter. Yine de gözlerinin içine bakan olup olmadığı şüphesi ile foyasının ortaya çıkmasından korkarak “Şey hemen dönerim” diyerek derme çatma hazırlanmış çadırının içine kaçar ve fark ettirmeden dinleyenleri izlemeye koyulur…

--------------------------------------------------

Güneş Battı

Ozan Muile’nin bu denli heyecanla anlatıp birden çadırına kaçması, mandolini eline aldığı gecenin sonu muydu? Zaten kırmızıdan, karanlıktan, ‘Karanlık komutan’dan bahseden bu adama ısınmaları pek kolay değildi. İlginç olan Sınır Muhafızının Hikayesi’nin böylesine bir geçmişe nasıl bağlanacağı idi.

Uğultulardan sözler:

“Adam daha Osgiliath’ın en parlak günlerinden bahsediyor. Arada çağlar var, bir gün batımını bile uzattıkça uzatıyor…”

“Bir de gelmiş bir insan kızının Karanlık Komutan olduğunu ima ediyor.”

“Ne ne kim hangisi?”

“Karanlık Komutan dedim, kesin bir şey söyleyemem ama bu hikâyeyi yarıda bırakıp…”

“…Çadırını toplayıp, kaçar bu adam”

“Para mı verdiniz, kaçarsa kaçar…”

“Canım, zalim değil ya, bin sene sürmez herhalde, hem sizin hiç hayal…”

“…gücümüz yok mu? HAYIR, onun anlatmasını istiyorum!”

“İnatçı.”

“Dalkavuk!”

“Şşşt sesinizi kesin artık…”

“AnwaHarma hala hayatta mı?”

“Gözlerine mi bakacaksın…”

“Kıskanç”

“İyi, ama biliyorsun”

“Bu korkunç acı, büyük nefretle dolu ve neydi? Şey...”

“Karanlık…”

“Karanlık bir hikaye.”

“Artık susun lütfen, size yakışmıyor. Elflerin böylesine basit düşünmediğini bana söyleyin.”

Sessizlik. Son sözler karşılarına geçip Muile’ye hep sorular soran elf kızına aitti.

“Tamam, işte çabalıyor, sadece bu gece biz de hikâyedeki soruyu düşünelim. ‘önce kendi varlığınızı düşünmenizi istiyorum bu gece.’ Demişti hikayede.”

Elf kızı sözünü tamamladı. “…Güneş battı zamanı geldi, kaçacak, başkasından dinleyecek ya da birinin gözlerinde arayacak zamanınız kalmadı. Güneş battı.”

Tam bir sessizlik… Şimdi oradan ayrılma zamanıydı, evlerine yöneldiler.

----------------------------------------

Karanlık Notalar

Asla bu karışıklıktaki kısa konuşmalar onların mükemmel varlıklarını temsil etmiyordu tabii ki. Bu olsa olsa karanlık dediğimiz notaların etkisi olabilirdi ve nasıl olup da ozan Muile buna hizmet etmiş olabilirdi. En kötüsünü göstermek her zaman gerekli miydi? Melkor, orkları elflerden yaratırken bunu denemiş miydi? Karanlık notalar, oradan oraya dolaştılar. Nefret ile söylenmiş sözlerin içinde saklanıp Melkor’un marifetini yaydılar. Niye ozan niye?

Herkes gitmişti sadece o genç kız kalmıştı. Muile çadırından dışarı çıkarken dimdik ayakta, ve krallar için çaldığının farkında, sadece mağrur bir ifade ile elf kızına şunları söyledi:

“Teşekkür ederim, onların anlamasını sağladığın için. Yoksa aklımı kaçırabilirdim.”

Kız gülümsedi ve dostça sözünü esirgemedi: “Ey ozan kimseye eziyet etme, onlar senin bilmediğin kadar kuvvetli, onlar beni yetiştirdi.” Uzaklaşırken Muile aldığı cevap ile sevinirken bu köyü sevdiğini anlamıştı. İçinde onlara karşı büyük bir sevgi vardı, artık emindi.

“Yine gelin” diye bağırdı kızın ardından. Cevap gelmedi.

-------------------------------------------

Gece de bitti

Muile kendini kaybetmiş olmanın pişmanlığını yaşamadı. Hepsi büyük bilgeler gibi geri döndüler. Gece bitmişti ki geri döndüler. Karanlık notaları fark etmiş halde, soruya yanıt aramış halde yine ozanı dinlemeye gelmişlerdi. Şimdi ağır ve daha ağır yükleri taşımak için hazırdılar. Muile gelenleri selamladı: “Onur verdiniz”.

Kimse konuşmuyordu ama bu önemli değildi, tek kelime etmeseler de gecenin bittiği belli idi. Ozan bu kez işin ciddiye bindiğini biliyordu. Şimdi basit kalan tasvirlerle saklayamayacağı, Melkor’un izlerini dinleyip ayıklayanlar vardı karşısında. En çok buna seviniyordu. Bu hikayenin doğasını anlayabilen dostların arasında olduğuna…

“Gece de bitti. Bu hikaye her anlatıldığında bir gece düşünme süresi vermek gerekli idi. Bunu bana Yeşil Orman Kütüphanesi’ndeki hikaye anlatıcı söylemişti. Neyse… Gece de bitti Osgiliath’ta. O gece olanları tarif etmek şifa evlerinin duvarlarını dinlemek demekti. Çılgına dönen, aklını yitirmek üzere iken geri dönenler mi dersiniz… Ya da tekrar tekrar başa dönüp sıtma hastalığına yakalanmış gibi yataklarda ateşler içinde çırpınanlar… Tek söz etmeye çekinip odasının her köşesini kaplayan, etrafında dönüp duran, mum ışığında büyüyen gölgeleri gözleri ile takip edenler; düşünceleri toplamanın bir yolunu bulmuşlardı. Gözyaşları içinde geçen gecelerinin değerini yıllar sonra anladıklarında sadece gülümseyerek şifa dağıtacaklardı…”

------------------------------------------

Parmaklardaki ışıklar

“Şimdi içlerinden gelen gelişmiş canlılara has duygular ile şifa büyülerini öğrenebilirlerdi. GerçekHazine bildiklerini bir bir anlattıkça büyü ile maddeyi anladıkça ‘gece bitti’ demekten çekinmeyecekler. Ve bu onların arasında adeta bir bağ oluşturacaktı. Aylar sonra zamanı geldiğinde üstadın karşısına çıkmayı hak ettiklerini düşündüklerinde tek yapmaları gereken GerçekHazine’ye ‘Hazırım’ demekti.”

“Daha hazır değilken gördükleri, acılar içinde bağıran yaralı Gondor askerlerine, ömrünü tüketmek üzere olan bir asil leydiye, toprağı işlerken saldırıya uğramış bir köylüye, Arnor’dan bile buranın ünü ile umut arayışı ile gelenlere nasıl yardım edildiği idi. Her ayrıntı değerli idi.”

“Kalplerine götürdüklerinde bir ellerini diğer elinin parmaklarında şifanın renklerini gördüler. O kalplerinden gelen sevgi ve bilgeliği vücutlara aktarabilmenin sonuçlarından biri, bir parça daha güçlü hissetmeleri idi. İşte parmaklarının ucunda yakutun kırmızı rengindeki ışık ile yaraya sürdüğü karışımın işe yaradığını dostu ile paylaşmak, bu sefer Mirilya’nın ödülüydü: ‘Bak Ninque oluyor!’ Ninque elinden yayılan bembeyaz ışık ile hastanın alnına dokunurken sevinçle ‘Evet Mirilya, harika bir renk başaracağını biliyordum dostum’ ”

Nieninquë, beyaz gözyaşı “ ‘Ne zamandır uykudayım? Ne zamandır kızımdan ayrıyım?’ Elf hanımının Arda üstündeki tek varlığını, uzun uykusundan uyandıktan sonra gözleri ile ararken söyledikleri bunlardı. Cevap veren: ‘Uyandınız… Elbereth sesimizi duydun. Evet, hanımım aylar geçti ışığınızın sonsuza kadar gideceğinden korkuyorduk.’ Elf hanımı: ‘Nieninquë’ye haber verin.’ ‘Elbette, O,o uzakta…’ ‘Gondor diyarında öyle değil mi?’ Biraz çekinerek ‘…Evet hanımım, yormayın kendinizi haber göndereceğiz’. Gözlerini kapatır. Lindon’da bir konakta geçen konuşmalar. Ninque’yi sayıklayan bir yürek Mandos’un Salonlarına gitmekten vazgeçiyordu. Onu kurtarmasına gerek kalmamıştı… Her gece döktüğü beyaz gözyaşları son bulacaktı. Ama önce Osgiliath gecelerini bir parça olsun hafifleten şarkıyı dinleyecekti. Sindarin’i böyle güzel kullanmak… Ağır yükleri taşımak… Elf ve Numenorean, birlikte düşünürken aynı dili konuşurken, krallar hala Orta Dünya’da yürürken, Osgiliath’ta birileri bu şarkıyı tekrar tekrar söylerken… Haber bekleyecekti Ninque, ellerine bakıp o beyaz ışığın yeterince kuvvetli olup olmadığına karar vermeye çalışırken, annesini kurtarmak için bir şansı olup olmadığını düşünürken… Evet beyaz gözyaşları dökerken…” Ozan Muile’yi dinleyenler hep bir ağızdan söylediler: A Elbereth Gilthoniel “A Elbereth Gilthoniel silivren ek míriel o menel aglar elenath! Na-chaered palan-díriel o galadhremmin ennorath, Fanuilos, le linnathon nef aear, sí nef aearon! A Elbereth Gilthoniel o menel palan-díriel, le nallon sí di’-nguruthos! A tíro nin, Fanuilos! A! Elbereth Gilthoniel! silivren ek míriel o menel aglar elenath, Gilthoniel, A! Elbereth! O Elbereth Starkindler, white-glittering, slanting down sparkling like a jewel, the glory of the starry host! Having gazed far away from the tree-woven lands of Middle-earth, to thee, Everwhite, I will sing, on this side of the Sea, here on this side of the Ocean! O Elbereth Star-kindler, from heaven gazing afar, to thee I cry now beneath the shadow of death! O look towards me, Everwhite! O! Elbereth Starkindler, white-glittering, slanting down sparkling like a jewel, the glory of the starry host Starkindler, O! Elbereth! We ek remember, we who dwell In this far land beneath the trees The starlight on the western seas.” * Şimdi umut ile o şifa evlerinde zorluklar içinde ek çoker öğrenmeye çalışan Ninque’yi seviyorlardı. Ve Muile tek bir karanlık nota çalmamıştı. ------------------------------------------------------------------------------- *Kaynak:” en.wikipedia.org/wiki/A_Elbereth_Gilthoniel “. Ayrıca “ www.tekyuzuk.com/tolkien-in-eserleri/ort…reth-gilthoniel.html “ adresinde Türkçe bir metin bulabilirsiniz. Okurken dinlenmeli: A Elbereth Gilthoniel www.elvish.org/gwaith/language1.htm

Melima, Sevilen “Işığın sönmesi, Mandos’un Salonları’nı tercih etmek, nasıl bu noktaya gelmişti? Kızına olan sevgisi az mıydı ki… Tek varlığını nasıl yalnız bırakacaktı Orta Dünya’da? Melima uyandığında uzun uykusundan onu bağlayanı zaten dile getirmişti. Kızının, adı gibi döktüğü, o güzelim beyaz gözyaşlarına dayanamazdı ya.” Muile mandolinin tellerine öylesine yavaş dokunuyordu ki sanki beyaz damlaların sesini duyabiliyorlardı. Mandoline dokunmaktan vazgeçmişti, durdu. Sadece sözler ile devam etti: “İlk soruyu merak edenler o çağdaki elflerin toplandığı en son krallığın nasıl korunduğunu düşünmeleri gerekecek. Sizleri laf kalabalığı ile sıkmak istemem dostlarım… Şimdi zamanlardan zaman beğeneceğimiz an, hikâye kulağıma çalındığından beri çok değişmiş olmalı. Ancak son Noldor yüksek kralı Gil-galad dahi bu hayatı sürerken, Cirdan Mithlond’ta hüküm sürerken: Son İnsan Ve Elf ittifakı oluşmadan önce, Gondor ve Arnor Krallığı’nın insanlarının Dunedain adını aldıkları zamanların başlangıcından sonra: İkinci Çağın sonundan birkaç on yıl önce. Ne mi oldu…” Muile’nin notasız duygusal sesine dayanamadı bu sefer bazıları, gözleri dolan ve o beyaz damlaların benzerlerini yanaklarında hissedenler için flüt sesini duyduklarında artık çok geçti… Kelimeler dökülecekti ve kırmızı yerini alacaktı: “Melima, elf hanımı kızını da kaybettiğini sanacaktı… Mordor’dan yayılan karanlık dilin unutulmayacak acısı ile gözlerini kapatıp Iluvatar’ın onlar için uygun gördüğü Mandos’un Salonları’nı ve Valinor’u kucaklayacaktı. Kızına kendisi ile kalmasını söylememiş miydi ki? Ama o gönüllü acemi şifacılara katılıp krallığın sınırlarının ötesine Sauron’la savaşa gitmişti. Onun da yitip gitmesi, işte gözyaşı buydu. Mordor’un karanlık dilinde gelen haber Nieninquë’sinin öldüğü idi.” Oysa dinleyen biliyordu Nieninquë hala hayattaydı. “Ninque savaş bölgesinden döndüğünde beyaz gözyaşları içinde annesinin başında konuşmuştu: ‘ Her şey bitmiş olamaz, ama Gondor’a gidiyorum, bir yolunu bulacağım Sevilen’ “ Dinleyenler biliyorlardı; Melima’nın gözlerini aylar sonra açtığını bilmenin bir faydası yoktu gözyaşlarını tutamamalarının sebebi buydu; biliyorlardı bu sadece bir veda içindi…

------------------------------------------

Üstat

“Osgiliath’taki şifa evinin ne farkı olabilirdi ki, elfler bu işte usta olmasına rağmen bir sır olduğunu düşündüren olaylar mı bu üne sebep olmuştu? Zamanın en büyük şifacısı oradaydı en büyük sebep buydu…”

Biran düşünenler kim olduğunu anladı.

“AnwaHarma’nın saygı gösterdiği…” Muile’nin sözünü tamamladılar “Üstat”.

Sözüne devam etti ozan… “Bu adam Numenor’dan gelirken ek çok hayat kurtarmış denir, Orta Dünya’ya ayak bastığında ise işi, kurmayı düşlediği şifa evlerinde görev yapacak gönüllüler toplamak olacaktı. Önceleri Dunedain’ın yaralarını sarmakla meşgul olan bu adamın, elflerin dünyasını, doğasını da bildiği kısa sürede ortaya çıkacaktı. Numenor’un Batısı’ndaki limanların derinliklerinde saklı bilgileri Orta Dünya’ya taşıdı. Sauron ile yüzleşen İlk Doğanlar’ı ve Dunedain’ı sarıp sarmaladı bu şifa evleri. Onun için geldiler dağılmış krallıklardan. Onun için ‘üstat’ dediler. Şimdiye kadar gözlerini kapatıp, ışığı sönmekte olanlar için bir şey yapmaya en çok yaklaşan o idi. Ancak hikâyemizdeki Melima bu yolculuğa dayanacak güçte değildi. Ve onun için Ninque oradaydı.”

“Ve üstat… Acımasız zamanlarda acı ile mücadele etti. Elendil’in görünmeyen kuvveti o idi. Sanır mısınız ki savaşlar sadece meydanlarda yapılıyordu. Bir zehir, bir salgın ya da bir büyü… Korunamazsan bir kuvvetin olamaz, sarıp sarmalayamazsan ayaklarının üstünde duramaz… İluvatar’ın sevgili varlıkları o kadar güçlü iken o kadar zayıftır. Terk mi etmeliydi savaş meydanında acılar içinde kırmızının içindekini, terk mi etmeliydi ışıkları sönmeye yüz tutanları. İşte üstat, saçları ağarmış bilge, şifalı ellerini bizden esirgemedi, şifa evlerini dostları ile inşa etti. AnwaHarma’nın saygısı bunun içindi.”

-------------------------------------------------------

Umut

“Ninque’nin ilk günlerdeki halini fark eden Mirilya sebebi ona söyletmişti tabii ki. Mirilyanın ilk gittiği AnwaHarma olacaktı ve tabii AnwaHarma bu durumun umut vaat etmediğini düşündüren sebepleri açıktı. ‘Üstat ile konuşacağım’ demişti. Mirilya iyi haberi Ninque’ye ulaştırmak için koridorlarda önüne gelene çarparak çılgınca koşuyordu…

AnwaHarma ertesi gün Ninque’yi yanına çağırtacaktı. Elf kızı kapıyı çalıp içeri girdiğinde üstat ile konuşan AnwaHarma ona seslendi: ‘ Bize anlatmayışının sebebi ne idi Ninque’

Açıkladı: ‘Burayı terk etmezdiniz bir kişi için onca zaman harcayıp diğerlerinin hayatını tehlikeye atmazdınız. Ben öğreneceğim biliyorsunuz onu kurtarmamın tek yolu…’

AnwaHarma:’Bu onun için çok geç olurdu’

Ninque daha fazla dayanamadı gözlerinden soğuk damlalar dökülmeye başladı… ‘Biliyorum.’

Ve üstat sanki yüzyıllar sonra ilk kelimesini eder gibi: ‘Gidiyorum. Burada böylesine ciddi bir durum yok, yeterince üstat var artık’ derken AnwaHarma’ya bakıyordu. Ayağa kalktı ve Ninque’nin yanına gitti omzuna dokunup; ‘Elimden geleni yapacağım, elflerin Mandos’un salonlarına gitmekten vazgeçtiklerini gördüm ve bunu başardım ama gözlerini kapatan ve öylece bekleyen bir elf görmemiştim, geri dönmesini sağlayabilir miyim ki…’ cümlesinin sonlarına doğru Ninque’ye sırtını dönmüş pencereden gökyüzüne bakıyordu üstat.

Devam etti: ‘Sen burada gerekli bilgileri öğrenmeye devam et, belki sadece senin başarabileceğin bir şeydir bu…’

Ninque gözlerindeki yaşları silip konuşmaya çalıştı: ‘Yıldızlar yolunuzu aydınlatsın. Sağ olun efendim. ‘

AnwaHarma söze girdi: ‘Hazırlıkları yaptırırım…’.

Ninque Mirilya’nın yanına gittiğinde ilk sözü:’Hala umut var’

Mirilya: ‘Elbette var’ “.

“Üstat uzun yolculuğunu bitirmiş geri dönmüştü, Osgiliath’ta şifa evlerinde tekrar konuşmalar: ‘Başaramadım’ derken Ninque’nin yıkılmasından korkuyordu. Devam etti. ‘Ancak Orta Dünya’da bir şey onu hala buraya bağlıyor olmalı…’

Ninque: ‘Öğrenmeyi sürdüreceğim, bittiğinde onun için Lindon’a geri döneceğim.’ “

“Şifa evlerinin duvarlarındaki soğuğu taşıyan, ışık ile, bilgi ile yüreklerini ıstan; başarı ile ilk ayları tamamlayan bir avuç acemiye bakıyordu şimdi AnwaHarma. ‘Hepinizle gurur duyuyorum, eliniz artık bizim ellerimiz gibi. Bu yolda öğrenmeye başlayan düşünceleriniz zamanla daha üst düzeylere erişecek eminim. Zor anlarınızda ne yapacağınızı biliyorsunuz. Ve ben hep sizin yanınızda hissedeceğiniz dostunuz olmayı umuyorum. Şimdi ‘Hazırım’ demek isteyenleriniz olacaktır…’ demesi ile uzun yollarının başladığını o anda anladılar.”

“ ‘Hazırım’ sırasıyla bu gruptakilerin dudaklarından döküldü. Bunların arasında Yakut Kalpli Mirilya ve Beyaz Gözyaşı Ninque de vardı elbette. Umut ile.”

-----------------------------------------------------

Umut yok

“Kaynağını aldığım, senin sönmez ateşin

Varlığının bir parçasından değil miyim

Ne istediğimi iyi biliyor olmalısın

Oyun oynamadığımı da, beni farklı kılan bu

Onlardan biri olmayacağım, tek kelime bile

Tek kelime bile duyamayacaklar, onların istedikleri gibi

Onların istedikleri gibi olmayacak, bunu biliyorsun

Onlara ezdirmeyeceğim bu mükemmel düşünceyi

Evet benim, bildin; yaratıcı güç seninle konuşuyorum

Eru biliyorsun, onların içindeki ateşi alacağım

Bunları söylerken kullandığım, karanlık lisanın güzelliğine bak

Bak, sen bile biliyorsun; kazanan ben olacağım

Kazandığımda sen bile, sen bile beni ayrı tutamayacaksın

Senin yerini alacağım, ne kardeşim önleyebilir ne sen

Suskunluğunu korudukça onaylıyorsun, yeterince muhteşem

Mükemmel değilsin, parçalara ayrılmış ruhunu birleştirebilecek benim

Ben isimlerinin ne olduğunu bile unutan ruhlardan değilim

Biliyorum kaynak sensin, onu yönetecek benim bundan sonra

Ben Melkor, kurtulman mümkün değil, mümkün değil

Umut yok, geliyorum sonsuz karanlıktan, umut yok”

Notaların tekrar değiştiği belli oluyordu ki korkunç lisanda kelimeler döküldü Muile’nin ağzından. Sauron’un zaman zaman dinlediği bir ezgi idi bu. Şu anda söylemesinin sebebi neydi ki! “Umuttan söz etmişken” diyerek mandolinden ellerini çekti ozan.

-----------------------------------------------

Namarie

“Bu yöntemi daha önce kullanmışlardı, savaş bölgeleri ile gerisinin bağlarını zayıflatmak. Yanlış kararlar en çok Sauron’u sevindiriyordu. Verebileceği zararın en fazlasını vermeli idi. Elflere son darbeyi vurmak amacı ve hayaliydi o günlerde. Noldor, Sindar ve geri kalan tüm ırklar Lindon’da toplanıyor gibiydi. Arnor krallığı yolundaki engeldi ve tabii her şey bittiğinde Gondor yalnız kalacaktı. Ve hepsinin üstündeki resim ise az önce bir insan sesinden dinlediği ezgide gizli, olduğu yerde duruyordu. Yöntemleri kullandılar umutsuzluğu yaydılar; bir elf hanımı daha az olsa Orta Dünya ne kadar güzel olurdu. Ne kadar zayıf yaratık silinirse o kadar mükemmel olurdu. Ve işlerini yaptılar kara lisandaki dilleri ile…”

“Mirilya kendi dertlerini unutmuş gibiydi. İlgili olması düşünmesi gerçekten sevindiriyordu Ninque’yi ama kendinden tek kelime etmezmiş gibi geliyordu, hiç normal bir davranış sergilemiyordu Mirilya. Sadece bir kez babasının Minas İthil’de olduğundan bahsetmişti. Ama bir kişi bile ziyaretine gelmemişti. ‘Hazırım’ dedikleri gün bir kere daha konuştu Mirilya: ‘En korkunç olan yerde babamı yalnız bırakamam, onun yanında onunla beraber iyileştireceğim, beni Minas İthil’e göndermelerini isteyeceğim.’ “

“Üstat’ın karşısına son kez çıkıp görevlerinin başına gönderildiler. Mirilya isminin okunması ile koridorlardan geçip oldukça geniş bir çalışma odasına alındı. Sonunda… Başarmış olmanın mutluluğu ile koridorlara döndüğünde: ‘Yollarımız ayrılıyor Beyaz Gözyaşı. Ve bir gün beni düşünürsen görüşeceğiz demektir. Ben Yakut Kalpli, senin renklerini hafızama kazıdım, ömür boyu dostum.’ Sarıldığı Ninque’nin son sözünü duyacaktı: ‘Namarie’ “

“Son sözü söylerken Ninque’nin içinde büyük fırtınalar kopuyordu: Acaba bu sözü sevgili annesine de söylemek zorunda kalacak mıydı? Tek bir haber yoktu. Ve şimdi yola çıkıyordu…”

Muile’ye şüphe ile bakan elflerden biri ozanın susması ile sordu: “Haberci, hani gözlerini açtığında Melima, adını sayıkladığını bildirecek haberci?” Muile sadece ayağa kalktı ve umursamaz bir tavırla: “Kara lisanı kullananlarca öldürülmüştü.”

“Namarie ozan.” Derken hepsi o günlük yeterince dinlediğini düşünüyor olmalıydı, ozan ise o karanlık dili kullandığı ezginin yükü altında gücünün tükendiğini, “Yine gelin” demekle yetindi…

-------------I.Bölüm Sonu---------------

Yakut Kalpli

II. Bölüm

Olabildiğince Yine gece idi. Muile'nin karanlıklar içinden çıkıp buluşma yerlerine geldiğini görenler olabildiğince sabırla notaları dinlemek için oradaydılar yine. Ve sözler dökülmeye başladı: "Mordor diyarı... Kara Kapıları geçeli uzunca bir zaman geçmişti ki yürüyüşlerini sonlandırdılar. 'Beni Tark-Shakh, Numenorean Lordu, olarak tanırlar. Sadece bir tek kişi bana gerçek adımla seslenir. Ve bunu bilmeniz gerekmez.' bir grup esir olanca gücü ile mücadele edip teslim olmayacakların haykırırken, onun hain yüzünü gördüler. Bu Numenorean sağ elindeki güç sembolü bir topuz ile onları işaret ederken devam etti: 'Siz de beni diğerleri gibi anacaksınız!'. Esir Dunedain grubunun başındaki konuştu: 'Artık kim olduğunu bile bilmiyorsun öyle değil mi hain!' Sadece sırıtarak, bu cümleyi geçiştirdi; Mordor'daki yaşamın en önemli parçasını işaret ediyordu, hizmetkar:'Karanlıklar içindeki elması görüyor musun? Öylesine güzel parlıyor siyah elmas, fark etmemiş olamazsın... Barad-dur!' Ayakta durmakta zorluk çeken bir diğeri: 'Tüm gördüğüm yıkılacak bir sefilin marifeti'. Son konuşan yaralı olmalıydı, karnındaki yarasını tutarak;'Kimin güçlü olduğ...' şeklinde bir cümle daha kumaya başlamıştı ki, Tark-Shakh büyük bir nefretle: 'Kimin güçlü olduğu belli ve sen artık konuşmayacaksın.' adamın sonunu oracıkta getiren ve tüm grubu nefretle üstüne saldırmak için harekete geçiren topuz darbesi, acının adıydı. Nefret çığlıkları civardakilere karıştı. 'Boyun eğeceksiniz... Zamanla... Götürün!' Hapsedilecekleri zindan bir diyarın içindeki zindanlara doğru iteklenirken liderleri tekrar konuştu: 'Gizlenemeyeceksin, elbet bir başka hain senin de sonunu getirecek ve o gün karanlık efendinin de yenildiği gün olacak!'. Hüküm Dağı'nın kırmızı ile gördükleri bu karanlık suretten bir cevap gelmedi, sadece giderek uzaklaşan kahkaha sesleri duyuluyordu..." Muile notaları değiştirdi: "Olabildiğince uzak olmak varken, Gölge Dağları kıyısına giden bir acemi... Mirilya tüm bu dehşetin çığlıklarına atının adımları ile daha bir yaklaşıyordu. Babasının ve kendinin olabildiğince uzak kalmasını isterken o nefretten, ona yıllar boyunca ayrılırken söylediği sözleri duyar gibi oluyordu; 'Burada güvendesin'. Mirilya: 'Gitme' 'Bu sadece bir görev, mecburum. Yakut Kalplim.' Osgiliath'ın Doğu kapılarından her geldiğinde babası, Yakut Kalpli'nin duyduğu mutluluk, çoğu zaman gelen mektuplarla sınırlı kalıyordu. Tek bildiği Orta Dünya'da olabildiğince çabaladığı idi. Ve en sonunda doğu kapılarından ayrılan kendisi olacaktı..."

--------------------------------------------------------------------------------

Cesaret Bu kadar cesur iken bu kadar acı çekenler akıllarındaydı sadece. Onlardan birisi kendileri olabilir miydi? Sadece ormanın sevgili kollarında uyumakta olan varlıkları, bunca dayanılmaz acı ile karşılaşsa nasıl davranırdı. "Finrod'u hatırlayın, Felagund Finrod'u son anlarında ne yaptığını!" diyerek içini döktü birisi. Dostlarının içindeki soruları gözlerde gören dinleyicilerden birisi idi bu. Ozan sırtını dönmüş beklerken ruhunu tazeleyen sözleri söyleyen bu elf'e teşekkür etmek istedi. Sadece duyduğu isim bile tüm benliğini buz gibi yüksek duygulara sevk etmişti. "İsmi unutulmayacakların arasındadır Finrod, tıpkı benim o bir grup Dunedain'ı tarif ederken kullandığım kelimeler gibi. Aynı duygu ile aynı güç ile korkunç irade ile ve elbette şanlı bir son ile..." "Ve göçüp gittiler Kara Kapılardan geçen devler idiler Ne Orta Dünya onlar gibi kahramanlar görecekti Ne düşman bu kadar cüretkar olacaktı, asla Ve göçüp gittiler adları Dunedain idi Kıskanmamak elde miydi Krallar toprak üstünde yürürken Onların her biri Yakut Kalpli'ydi Ve göçüp gittiler Beyaz Gözyaşları dökenler için Ne Orta Dünya onlar gibi kahramanlar görecekti Ne düşman bu kadar cüretkar olacaktı, asla Sadece sözleri söyledi ozan, Cesaret Onların adları benimle yaşayacak Ne Orta Dünya onlar gibi kahramanlar görecekti Ne düşman bu kadar cüretkar olacaktı, asla "

--------------------------------------------------------

Konuş

Dinleyenler şimdi biliyordu bu bir peri hikayesi değildi. Hiç olmamıştı. Ozanın ayrılmaları için önceden uyardığı kimler varsa sonunda orayı terk etmeliydi. Son olarak Mordor'u anlattığı kısımlarda bir nasıl desem, bir nefretin gizlenemeyeceği ağır yükler vardı. "Terk etmelisiniz" diyerek onlara şöyle bir bir baktı. "Terk etmelisiniz beni, bilinecek fazla bir şey yok, bundan sonrasını sadece kendime ayırdım..." Şimdi mandolinini ve yüklerini alıp sessizce orada oturan elflere el salladı. Onlar da ona. Karanlıklar içinde kaybolurken elf kızı kendini tutamadı yüksek sesle: "Yıldızlar yolunu ..." ve sonra yavaşça: "... aydınlatsın."

Muile merak etmemelerini anlıyordu ve bunun için mutluydu. Hep hikayelerinin dinlenmesinden mutlu olacak değildi ya! Bu bir gösteri için olsa bile bazen gerçekten yaşam gibi ani kararlarla istediğini yapabilmeliydi. Kara Lisan'da konuşacaktı şimdi, Melkor ezgisinin yankılandığı Barad-dur'un karanlık dünyasında duyulabilecek tek dilde.

" 'Konuş'

'Lordum bir grup Dunedain, ele geçirdik Minas İthil'den geldiklerine şüphe yok'

'Bunda heyecan verici ne var!'

'Hemen söyleye...'

'Sus, hiç heyecan verici bir şey yok, o Noldo'nun marifeti. Sana veriyorum. Kullan KırmızıMücevheri, hizmet et!'

Efendisinin son sözü ile taht odasını terk eder Tark-Shakh. Yüzünde hayatının başarısını elde etmesinin mutluluğu, elinde kırmızı mücevher Carnimiere ve adımlarında nefret ile... İlk gideceği yer tutsakların yanı olacaktı: 'Konuş'

"

Ozan kendi kendine hikaye anlatmaktan zevk alıyor olmalıydı. Konakladığı handa, mürekkep ile güzel olduğunu düşündüğü anlatımı kağıda döküyordu. Elbette mandolinin notalarını da yazıyordu. "Bir gün isterlerse çalarım" diyerek mumu söndürecekti. Şimdi bir sonraki geceye kadar uykunun keyfini sürebilirdi.

---------------------------------------------------------------------------

Çabalama

"Dunedain grubunun liderine söylemişti bu kelimeyi : 'Konuş' kime hitap ettiğini bilmiyor olacaktı Tark-Shakh. Elinde tuttuğu göz alıcı kırmızıyı soruyordu.

Birden öfke nöbetine tutuldu: 'Bunun ne olduğunu bana açıklayacaksın, yoksa grubunun acısını arttırmaktan bir an çekinmem.'

Konuştu: 'Sadece birkaç yüz adım önce katlettiğin adama soracaktın.'

Numenorean: 'Senin üstünden çıktı, boşuna uğraşma canınızı yavaşça almadan bana her şeyi anlat, hizmet et.'

Biliyordu ki bu kristal onu Sauron'un gözünde daha yüksek noktalara getirecekti. Tek yapması gereken şu elf hayranlarını Valar destekçisi hainleri konuşturmaktı. Şimdi sanki bir sır duymak istercesine gözlerini açmış, kulağını Dunedain'a doğru çevirmişti.

'Gözlerimin içine bak, ancak öyle söylerim' derken yüzündeki son insanlık belirtisini siliyordu Dunedain'li komutan.

Tark-Shakh bu sefer biraz şüphe, hayret ve başarmanın verdiği zevkle konuştu: 'Sonunda.'

Bu iğrençliği sona erdirmenin zamanı gelmişti, dudaklarından ölümcül kelime döküldü Dunedain'ın: 'Çabalama'

Paramparça olmuş, bir hezeyan dalgasına sürüklenmişti diğeri: 'Demek sen busun, güçlü sanıyorsun kendini!' Bu sefer gülümseme ile 'Bir tanesini öldürün hemen!!'

Emir verdiği orklardan manası belli olan, bir homurtuya benzer, ses ile emir yerine getirildi. 'Ya şimdi' derken katledilenin kanını eline bulamıştı. 'Ya şimdi' dedi tekrar. Ve tekrar. Liderin ifadesi değişmiyordu. İşkencenin yöntemlerini kullanacaklardı artık emindi. Tek bir çığlık bile yüzündeki ifadeyi değiştirmemişti. Hayata kalan birkaçına bakan Tark-Shakh iştahını kaybetmiş bir canavar gibi, yakınmaya başlamıştı. 'Sıra sende, sıra sende'

O anda Dunedain'lı lider en yakınındaki adamına dönerek: 'Yap şunu!' diyerek önceden konuşulmuş olduğu belli olan emrini verdi. Adam deri bilekliğinin altından çıkarttığı parlak ak ışığı andıran tozları komutanının yüzüne doğru üfledi... Rüzgardaki yapraklar gibi diğerlerine katılmak için ağacından ayrıldı Dunedain, son sözü : 'Tıpkı Gondor'un Ak Ağacı, Oo Mandos beni kabul et'. "

"Çabalama, ozan çabalama kelimeler yetmez"

Titreyen alevinde mumun, karanlıklarla çevrili handa gözyaşları ile; mürekkep ile: "Çabalama"

-----------------------------------------------------------------------------

"Bundan güzelini yazamam ya" elinde tuttuğu çürümeye yüz tutmuş kağıttakini bir diğerine geçirirken, titreyen sesi miydi, yoksa mum ışığının rüzgarla oyunu muydu? Bir kere daha okudu: " Hep beraber Sınırda, bir Orta Dünya hikâyesinde oradaydı orman. Şarkılar söylendi, ağıtlar sevgiye karıştı. Bir kez daha yüceldi ruhlar. Bir kez daha hep beraber söylendi sevgi sözcükleri. En yakınından en uzağına, elflerle orman bir kez daha hep beraber ağladı onlar için. Ruhları gitmeden önce Valinor'daki salonlara ormandı sevdiği,elflerin evi… Evdi ilk gideceği o soğuk sınırdan, evdi içindeki ateşi yakan, sevmekti. Yaprakları savuran hep beraber, öylesine güçlü öylesine ahenkli rüzgâr: Hep beraber aynı yöne eğildi kadim orman... sevgili elfine selam verdi, mücevherini teslim etmeden önce törene çıkmıştı ağaçlar... Hep beraber. Gözyaşı dökebilenlere hayran, onlarla konuşmaktan bile bazen korkan; gezgin bile şöyle bir durup düşündü: 'Onlar hep beraberler'. " ---Sınır Muhafızının Yaşamı'ndan---

----------------------------------------------------------------------------------

“Kısa yolcuğun biteceği yer belliydi. Minas Ithil'in ihtişamlı görüntüsü göründüğünde, Mirilya atını durdurdu. Kulelerine,duvarlara ve girişindeki ihtişamın yanısıra böylesine bir yapıyı inşa eden halkına hayranlığı ve tabii korku ile... İçindeki o dayanılmaz korkuyu yenmeliydi. 'Herşey yolunda gidecek.' Biraz daha ileriye baktığında ise sıra dağların, nasıl bir güç ile yükseltildiğini düşünmeden edemiyordu: 'Sanırım' diye fısıldadı. Duymak istediği kelime ise 'Haydi' idi. Oysa tek başına yola çıkan kendisi idi kimse bunu ona söyleyemezdi. Atını harekete geçirdi 'Haydi'.

Yaklaştıkça bir hareketliliğin farkına vardı, Şehir kalenin etrafında günlük hayatın akışını yaşayanlar dışında başka hareketlilikti bu. Ve borular çalındığında yaklaşmakta olduğu girişten atlıların çıktığını fark etti. Etraftakiler ile birlikte adeta yeri titreten bu büyük atlı birliğin kuzey yönüne dağlara paralel olarak yola çıktığını gördüler. Sanki hiç geri dönmemek üzere yola çıkanlar artlarına bir an bile bakmamışlardı. Artlarında kalanlar ise sevgi gösterisini onlardan esirgememiş olmanın rahatlığı içinde yaşamlarına dönmüşlerdi.'Demek böyle' diyerek atını ilerletti Mirilya, düşünüyordu. 'Demek burada hayat bu, yapılması gereken yapılıyor.'

Sonunda şehre girdiğinde, hayranlığı bir kat daha artacaktı. Bu uzak noktada en mükemmel işçilik ile işlenmiş kapılar, kemerler, sütunlar, sütunların üstünde yükselen yapılar, heykeller ve son durağı şifa evi. Atını seyislere bırakmış şimdi şifa evinin kapılarına birkaç basamak ile ulaşmıştı. İçeri adımını attığında yeni yetme bir çocuk onu karşıladı. Belgelerini göstermesi ile genç ne demesi gerektiğini şaşırmış sadece tek kelime edebilmişti: 'Hoş geldiniz hanımım', Mirilya o anda bir şeylerin olması gerekenden farklı olduğunu hissetmişti. Bu duvarlarda eksik olan bir şeyler vardı. Çocuk kendini toplayıp, 'Bu taraftan, sizi şifa evlerinin yöneticisi Hanımımız Esterian'a götüreceğim, bu taraftan, bu taraftan.' dedi. Mirilya gülümsemeye çalışarak çocuğu takip etti.

Kapılar, koridorlar geçilirken aklında tek bir şey; babası vardı. Konuştular... Estarian:'Yüce ruhlu birinin cesur kızı, aramıza hoş geldin' derken sıcaklığı hissetmesini sağlamıştı. Ama sorun olduğu yerde duruyordu. Mirilya :'Teşekkürler hanımım, burada sizin için yapabileceğim her şey umarım sizi mutlu edecektir. Ancak izninizle belirteyim şu anda babamı merak etmekteyim.' Estarian bu kez düşünceli, söylemesi gerekeni geciktirmenin anlamsız olacağının bilincinde Mirilya'nın Yakuttan Kalbine sanki keski ile vurulan darbeyi indirmişti: 'Kuzeyde, kuzeyde... Görevlerinden dönmediler, esir düşmüşler ve günlerdir haber yok kızım...' Sonra söylenenlerin hiçbirini dinlemiyor gibiydi..Ve iç dünyasının onu haklı çıkartmasının fırtınalarını yaşamak üzere odayı hiçbir şey söylemeden öylece terk etti.”

------------------------------------------------------------------

Muile mürekkebin rengini değiştirdi, kırmızı yazmaya karar vermişti şimdi.

"Mirilya koridorları ardında bıraktı, şifa evindeki hiç kimsenin konuşmasını duyamıyordu. Ta ki onu ilk karşılayan çocuk konuşana kadar: 'Hanımım onu bulacaklar, duyuyor musunuz?'

yanıtlar: 'Elbette onu bulacağım'

çocuk:' Nereye gidiy...'

ardından yetişen Estarian söze girdi:'Nereye gidiyorsunuz? Bizi endişelendirmeyin, içeri girip oturalım, konuşalım'

Mirilya acı bir gülümseme ile sanki aklını kaybetmişçesine: 'Kuzeye.' dedi ve şifa evinin merdivenlerini indi. Sokakları aşıp atını aldı ve işte yollar onun için vardı.

Tark-Shakh hayatının başarısının aslında hayatını tehdit eden bir dert olduğunu anlamaya başlamıştı. Yaptıklarına baktı onlarca ölü ve konuşmamak için kendini öldürten biri. Bu bile elindekinden kurtulması gerektiği fikrini ve şüphesini içine düşürmüştü. Ama emir belliydi, bulması gerekiyordu nasıl bir gücü taşıdığını. İlgisini bu sefer Dunedain grubunun liderinin ölümüne sebep olan adama çevirdi. Bu tehlikeli adam diğerleri gibi değildi, şimdi daha iyi görüyordu. Hemen emirlerini verdi: 'Üstünde tek bir numara dahi kalmayacak, hadi aptallar. Sizi parçalatmalıyım, değersiz işe yaramayan...'.

Bu sefer işlerini yaptılar: 'Sen konuş, görevin ne bu grupta'

Cevap verir umursamazca: 'Şifa dağıtırım, senin aksine '

Numenorean Lordu: 'Ya da ölüm!'

Demek istediğini anlayan şifacı sözünü esirgemez: 'Senin bildiğin manada değil'

Gözlerini kısarak:'Sizi bekleteceğim, önemli sorunlarım var, bu bekleyebilir'

Oysa söylediğinin tek kelimesi doğru değildi elbette. Dışarı çıktı ölenlerin kanlarını ezerek. Bir an eline baktığında sanki mücevherin rengi elini sarmış gibiydi. Ve o anda acıyı hissetmişti. Kırmızı mücevheri beze sarıp cebine yerleştirdi, onu kullanmayı zamanında öğrenemezse sonunu getireceğinden emindi."

Kırmızı ile yazdı ozan sanki Carnimiere'nin içinden geçmişe bakar gibi.

---------------------------------------------------------------

Yolumdaki dostlar

"Ayakta durmakta zorlanırken, atının eğerinde kırmızı dünyada, bir Dunedain, yeni geldiği Minas Ithil'i terk ediyordu. Kapılara yaklaştıkça beklemesi gerektiği uyarısı yapıldı bir grup asker tarafından. Ama o duymamıştı bile, devam etmeye çalışırken tam bir karışıklık yaratacağından habersiz ilerledi. Büyük bir grup piyadenin geçiş yaptığını bile görememişti. Zorlukla atı durdurdular, kimse yaralanmamıştı.

Kız kendine geldiğinde 'Neden, neden beni önlemeye çalışıyorsunuz' diyerek, gözlerini açtığı yerin neresi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Güneş batmıştı ve hala şehirde olduğuna inanmak istemiyordu.

'Haber verin' diyen, bir bilgeyi andıran adam Mirilya'nın başında bu sefer ona:'Atlattın' demekle yetindi. Mirilya kalbindeki parçalanmış hissini veren ağrıyı tekrar hissetti. Güzel haberi alan Estarian birkaç dakika içinde orada oldu. Aralarında konuştukları dili biliyordu, şifa büyülerinin dili.

Estarian bu kez Mirilya'ya 'Kıpırdamak yok' derken endişesi hala yüzünden okunuyordu. Oysa Mirilya'nın bunu dinlemeden o gece ayrılacağı besbelli oluyordu.

Estarian:'Kimse burayı terk etmeyecek' dedi o geceki görevlilere.

Mirilya ertesi sabahı beklemedi elbette. Şimdi sessiz şehirde adımlarını hızlandırıyordu. 'Ne çıkılmaz bir yermiş burası' diye söyleniyordu... Tekrar atını almaya gittiği ahırlarda şansı yaver gitmiş ve sonunda şehri terk etmeyi başaracağına emin kapılara gelmişti, Nöbetçilere şifa evlerinin mensubu olduğunu gösteren belgelerini gösterip o geç saatteki geçişi sağlamıştı. Yolundaki dostları böylece atlatmıştı. Hızla Kuzeye Gondor'un Yeşil Orman elfleri ile birleşip kurduğu Rohavanion garnizonlarına ulaşmaktı ilk amacı. Bunlar Mordor'un Kara Kapılarına yakın birlikler de bulunduruyordu. Babası o bölgede esir düşmüş olmalıydı. Estarian'ın odasında anlattığı her ipucunu dinlemişti aslında. Oraya ulaşmak sonra buradan gerekli bilgileri almak ilk hedefi idi.

'Yolumdaki dostlar sadece beni anlayın, o Kara Kapıları yıkmayacaksanız, bir yolunu bulmak benim amacım bundan sonra' diye atı ile konuşuyordu. Yolumdaki dostlar, yakınlarda yürüyüşte olan bir başka piyade grubunun seslerini duyarken, atını hızla sürerken söylediği tek şey buydu 'Yolumdaki dostlar'."

----------------------------------------------------------------------

"Acıma duygularını yıllar önce yitiren Numenorean, kimsenin de kendisine acımayacağının farkındaydı. Efendisinin en nefret ettiği şey olan zayıf yakarışlarda bulunmasının faydası yoktu elbette. Giderek sonunun geleceğini hissettiği bu düşman topraklardan ayrılmalıydı. Hayatta kalmanın yolunu Gorgoroth Yaylasında bulamazdı, ancak efendisi ile henüz yeni konuşmuşken Mordor'u terk etmesi dikkatleri üstüne çekecekti.

Pek çoğunun yaptığı gibi casuslarını harekete geçirecekti. Kara kapıların ardından haber beklemekten başka çaresi kalmamış gibiydi. Acıyı kontrol edebiliyordu ve en küçük bir belli etme durumuna karşı hep tetikte duruyordu. İşte aradığım ipucu bulundu dediği anda doğrudan o bölgeye bir görev uydurup, Kara Kapılar’ın ardına geçecekti.

Sauron, KırmızıMücevher demişti bilenler olmalıydı, Noldo'nun marifeti demişti. Şimdi bunun kaynağının Yeşil Orman olduğunu düşünmeden edemiyordu. Rohavanion'un dört bir yanına gönderdiği casuslarına bu ismi fısıldadı: 'KırmızıMücevher' ve sonra karargahında nefret dolu bekleyişine başladı.

'Tark-Shakh', bu isimden nefret ediyordu, Valar'dan ve yaşayan her şeyden... Varlığını sürdürmesinin tek nedeni, diğerlerinin kendisinden fazla yaşayacakları düşüncesine katlanamamasıydı. Adaları yok olmuştu. Krallarının Valinor bozgunu ve sevdiğini düşündüğü tüm tanıdıkları adayla cezalandırılmıştı. Tek bir şey kalmamıştı ve hizmet ettiği Sauron'u bile etkileyebilecek nefreti sonunda elinde kırmızı ve acı ile sonunu getirecek gibiydi. Hak etmiş miydi bunu, öldürürken düşünmeyen, kendisi için düşündüğünde 'Evet, ama önce onlar!' diye haykırdı. Hizmetindekiler buna alışkındı, hiçbiri odasına girmeye cesaret edemezdi. Ve karanlık içinde daha karanlık olan birkaç noktadan, birkaç ruhtan biri işte böyle kırmızıya boyanıyordu, an ve an zaman ilerledikçe..."

----------------------------------------------------------------------

“Haftalar sonra Yeşil Orman’ın güneyi ile Kara Kapılar arasında babasının kaybolduğu yerde Mirilya: ‘Adı Aldarion, şifacı benim gibi biliyor musunuz bildiğiniz bir şeyler olmalı’. Bölgenin komuta çadırında sorusunu sorarken çektiği acıyı hissedebiliyorlardı. Uzun yolu önce Yeşil Orman’ın kıyısına sınır muhafızlarına götürmüştü onu, kayıtlara göre tam olarak şu andaki birliğe destek vermişti. Bu hareketli garnizonlarda bile kayıtlar olabildiğince tutuluyordu.

Mirilya devam etti: ‘Bir ipucu bile yeterli, belki hala hayatta, hissedebiliyorum.’

Sonunda elflerden biri konuştu, komutada ikinci sıradaydı, Dunedain komutana da ara sıra bakarak; ’Bir ork saldırısında, ağır kayıplar verdiğimiz bir saldırıydı bu, kaçırılmış olduğunu biliyoruz. Bize büyük faydaları olduğundan çok iyi tanınırdı.’

Mirilya titreyen sesle bir karşı koyuş sergiledi:’Sanki ölmüş gibi konuşuyorsunuz’.

Elf sözüne aynı ciddiyetle devam etti: ‘Hayır, elbette izler takip edildi… Bunu raporlarımıza eklemiştik, henüz sonuçlanmış olması rağmen gerekli yerlere bildirdik ve sonra bir haber geldi.’

Mirilya daha fazla dayanamadı : ‘Nerede?’

Bu sefer Dunedain komutan konuştu: ‘Mordor’da ancak yaşayıp yaşamadığını bilmiyoruz’.

Ümitlerinin sonuna geldiğini gözlerinde görmek istemeyen komutanlar onunla gizli, gerçekliği şüpheli haberi de paylaşmayı uygun gördüler. Bu onun umutlarını koruması içindi: ‘Elimizde Mordor’dan gelen bazı duyumlar var; büyük bir Dunedain grubunun tutsak olduğu ile ilgili. Çalışacağ…’

Genç kız sözün sonunu biliyor gibi: ‘Kara Kapıları yıkmaya gidelim, daha ne bekliyoruz, gücümüz yetmez mi, haykırışımız duyulmaz mı, dostlar yaylarını germez, baltalarını esirger mi?’.

Çadırdakiler uzun zaman sonra bunu düşünüp yapmamış olmanın ağırlığı altında birbirlerine ve sonunda komutana baktılar. Son söz söylendi: ‘Bak, beni anla ben basit bir askerim, krallar ve asıl komutadakiler dev bir ordu toplamadan bu mümkün mü, bize bak burada ayakta durmaya çalıştığımızı göremediğini biliyorum, benim yapamayacağım bir şey bu.’

Mirilya farkında olmanın ağır yükünü taşıyarak tek kelime etmedi, yakut kalbindeki ufalanan parçalar giderek arttı. Çadırı terk ettiğinde yeni bir dünya’ya bakıyordu Kül Dağları’nı o gri, siyah kasveti kalbine işliyordu, çalışıp duran bir düşmanlık ile nasıl baş edebilirdi kim şimdiye kadar o topraklardan canlı dönebilmişti ki. Kralların bile bir araya gelip yapamadığını nasıl başarabilirdi ki! Düşüncelerini o karanlığa doğru çevirdiği günden beri nefes alamıyor gibiydi. Üstüne çöken nefret dalgasından kurtulmak ne mümkündü, sadece yaşamak, sadece iyileştirmek için çarptığını sandığı kalbi artık en ağır yükle çırpınıyordu. Dağlara daldı gözleri, gün batarken elinden gelen sadece bu idi. Kalbine götürmekten korkarken elini, işitmeyi istediği sadece o iki sözcük idi: ‘Yakut Kalplim’

Orada harcayacağı günler içinde herkes artık onu tanıyor ve üzüntüsünü anlıyor, çaresizlik ile desteklemeye çalışıyordu. Yaralarını iyileştirdi. Ellerinde babasının hüneriyle , Kül Dağları’nı izlerken, yüreği Mordor’a gitmişken, bir haber beklerken… Bağlantı sağlanacaktı. Esirlerin bir kısmının yaşadıklarını söyleyen ve tek bir istekle, birinin dilinden yayılan Batının dili ile tek bir kelime ile ‘KırmızıMücevher’.

Muile, kırmızı mürekkebi bir kenara itmişti bu paragraflarda; zaten hiç sevmediği yazı rengini en çok mecbur olduğunda kullanmanın bilinciyle siyah ve maviye dönmüştü yine.

----------------------------------------------------------

Şarkının adı Yeşil Orman "Rohavanion'un her yerindeki ilgili kişilerin dilinde bu kelime vardı şimdi KırmızıMücevher. İlk duyanlardan biri de Mirilya idi elbette. Bunun ne anlama geldiği tam olarak belli olmamakla birlikte bir pazarlık isteyen yanı vardı. Mirilya Yeşil Orman'a gidecekti, ümidi bilgelerde saklı olmalıydı, umudunun şarkısını söyledi: En karanlık anımda yanımdasın, Biliyorum cevaplar sende gizli çünkü yanımdasın Hissetmiyor değilim, tüm sevgin ile Bu çocuğu kabul et, sen... Sen elf diyarı, kadim orman Yolum seni seçti, orman Kalbimin sığınağı orman, Mücevherini esirgemezsin, bilirsin kalp... Kalp, kalbim daha değerli, Ooo elf yurdu, orman Kalbim senin mücevherin artık, Sensiz atmayacak bundan sonra Ooo güzel elf yurdu, Kalbimi kabul et Sürekli bu şarkıya benzeyen sözler dökülüyordu dilinden. Umut dolu yolculuğu yanı başındaki yeşil dünyaya iken, ardına bile bakmadı. Bu büyük bir antlaşma idi. Mücevheri verdiği andan itibaren ömrünü geçirmek isteyeceği tek yer orası idi. Şarkıya yeniden yeni baştan başladı. ... Ooo güzel elf yurdu Kalbimi kabul et " Kağıtları bir araya toplayan Muile, notaları ile bir araya getirip yazdıklarını ve ciltlerin arasına yerleştirdi. Şimdi Yeşil Orman'ın değerini kendi kendine bir kez daha anlatmanın yürek hafifliğini yaşamak için tek ışık kaynağını söndürdü. Pencereden görebildiği yıldızlara anlatır gibi konuştu bu sefer. "Bu gece ve diğerlerinde kıymetini bileceğim sevgili orman"

----------II. Bölüm Sonu----------

Yakut Kalpli

III. Bölüm

Muile gündüz yazmanın zevkini çıkarmaya karar vermişti, belki sadece bu günlük:

“Gil-galad’ın salonları

Forlindon’a girdiği andan itibaren hissedebiliyordu Oropher’in habercisi. Bu bölgeye ilk gelişi idi. Lindon topraklarında yürümenin nasıl bir duygu olacağını düşünüp durmuştu yolculuğu boyunca. O ve yanındakiler Rivendell’e ve Arnor Krallığı’na gidenlerden ayrıldıklarında bunun giderek ağırlaşan bir yürüyüş olduğunu anlamışlardı. Ve Forlindon… Noldor’un ihtişamlı dünyasından küçük bir toprak parçası. O ihtişamın içinde hüzün gizli. O ihtişamın içinde krallar gizli ve tabii Valinor’un geri çağıran sesi gizli. Onlar henüz geri dönmediler, Sauron ve elfler arasındaki ikinci çağ savaşlarında hep var oldular. Şarkılar söylediler kaybettiklerinin ardından ve asla boyun eğmediler Karanlık Lord’a. Ve haberci bunların bilincinde elinde efendisi Oropher’in mektubu ile salonlara doğru adımlarını attı. Uzun yürüyüşünün en yüksek basamaklarını Gil-galad’ın yurdu ve salonlarının basamaklarını huşu duyguları ile aştı.

Taht odasına gelinceye kadar gördüklerini ömrü boyunca anlatacaktı. Aştığı ilk basamaktan, koridorlara, birbiri ardına dizilmiş, geniş sanat eserleri ile el hünerleri ile dolu salonlara ve son olarak o toprakların kralını göreceği yeri nasıl olurda tarif edebilirdi ki. İnanan veya inanmayan sözlerine herkese hak verecekti haberci yıllar sonra buraları anlattığında. Böyle duygular ile girdiği son salon’u ise anlatmak her ozanın hayali olsa gerekti. Bu duyguları verebilmenin en güzel yolu en dikkat çekici olandan söz etmek olsa gerekti. Aiglos, hafif bir eğimle tahta dayalı, güneş ışınlarının aydınlığında “parlak yıldız”ın silahı… Nasıl olup da onca savaştan canlı çıktığının kanıtı gibi, Noldor gibi işte onu kavrayan sahibi gibi; ihtişamlı.

Salonları vardı elflerin, salonları vardı Forlindon’da… Kralları bin yıllar boyunca tekrar ve tekrar o salonlarda yürümüştü. Adı Gil-galad’tı. Şarkısı ise ben ozan Muile’nin dilinde yıllar sonra O gittikten sonra, sadece başkalarından duyduğum bir şarkı olacaktı.

“Gil-Galad bir Elf Kralı'ydı

Ozanlar hüzünle söyler olanları

Son kraldı o Dağ ve Deniz arasında

Hükmederdi adil ve özgür bir krallığa

Uzundu kılıcı Mızrağı sivri

Uzaklardan seçilirdi parlayan miğferi

Sayısız yıldız, göklerin tarlasında

Görünürdü gümüş kalkanının aynasında

Ama ayrıldı gitti uzun zaman önce

Kimse bilmez şimdi nerede

Çünkü düştü yıldızı karanlıklara

Gölgelerin hükmettiği Mordora”*

Muile notaları mırıldanırken, dışarıda mükemmel bir gün olduğunu biliyordu. Yeşil Orman’da dolaşmak için bundan daha iyi bir bahane olamazdı...

------

Okurken dinlemeli: http://www.youtube.com/watch?v=k8FYjyvsd00&feature=related

*http://tr.wikipedia.org/wiki/Gil-Galad

---------------------------------------------------

Muile'den notlar "Haberciler gelir, haberciler gider. Krallar, kraliçeler gelir ve gider. haberciler gelir haberciler gider. Ve yine gelir giderler. Moria'ya gider, Lothlorien'e , Rivendell'e, Arnor'a, Gondor'a, Yeşil Orman'a, Forlindon'a, Mithlond'a, Osgiliath'a ve oradan Minas Ithil, Minas Arnor'a ve nehirlerle,dağlardaki, tepeciklerde ve göllerdeki sihirli, sihirsiz, canlı veya bilinci olan her yere gider haberciler. Yüksek sesle dillendirip, mektubu verdiğinde haberci, zaten bildiğini söylememiş midir bir kez daha? Casuslar gider ve gelir, gelir ve gider yollardan, geçitlerden, dilleriyle, atları ile... Bildikleri lisanlar ile ellerinde taşıdıkları ile, kan ile, kamaları ile yazdıkları sembollerle. Taşırlar Sauron ve Tark-Shakh'ın kırmızı elinden çıkanları, kan ile, taşırlar Mordor'un dışına Kara Kapılar'ın ardına en yakındaki birlikten en uzaktaki Limana. Oropher, Elrond, Gil-galad, Cirdan, Galadriel, Celeborn, Elendil, Isuldur, Anarion ya da IV. Durin'in kulağına fısıldarken casus, zaten bildiğini söylememiş midir bir kez daha? Ordular kurulurken Mordor'da güneyde ve doğuda; Ordular toplanırken Kuzeyde ve Batıda komutanların toplanmasını istediği güçler, yıllar sonunda toplanmaya başladığında, komutadaki ikinci adam dememiş midir 'İyi gidiyor', ki bununla zaten bildiğini söylememiş midir bir kez daha? Şifacılar ağır yaralıları yaşatırken ve büyünün gücünden de faydalanırken, bir üstat öğrencisine yaşamın değerini tekrar tekrar gösterirken ve sonra sırada onun olduğunu işaret ederken; Minas Ithil'de, Kara Kapılar'da, Yeşil Orman sınır boylarında, başaran öğrencisinin 'Evet oluyor!' sözünü duyduğunda, öğrencisi; zaten bildiğini söylememiş midir bir kez daha? Bir ozan Yakut Kalpli'lerin, Beyaz Gözyaşı dökenlerin, Gerçek Hazine'lerin, üstatların, Aldarion, Melima Sevilen'in,Tark-Shakh ve isimli ile isimsizlerin dillerinden dökülenleri çalarken dinleyene;zaten bildiğini veya hiç bilmediğini öylece anlatmış ve çalmıştır. Ozan Muile'nin mandolini, flüt ve sesi ile, mürekkep, kırmızı, mavi, siyah ve kağıt ile tüy ile... Nota ile, ezgi ile, istekle ve isteksizce... " "Notlar" diye Bölüm III'e ekler. Gezintidedir. Bir değerlendirmededir evet gezintidedir.

----------------------------------------------------------

Konuştuğu Yapraklar Muile'nin ormanın hayranlığında bahsedebileceği sınırlı idi. Bunu çok iyi biliyordu. Bildiği yeşil'i anlatmanın zamanı olduğu idi. Onun için seçtiği yeşilin tonlarındaki yaprakları kağıtların arasına koymayı seçmişti. Kağıtlarla çürümesi için henüz zaman vardı. Hala konuşabilirdi onlarla; yeşilken yapraklar, hala gün ışığı dost iken anlatacağı bölüm elf diyarlarıydı. Yere doğru eğilmiş bir dalından yaşlı ağacın, en parlak yeşilini seçti: "Sen Gil-galad olmalıydın, ya da ben saçmaladım. Haha haa, Peki devam ediyoruz mandolin" Konuştuğu yapraklar vardı ozanın notalarının canlandırdığı, bin yıllar öncesinin ormanlarının ve elflerinin o yapraklar olduğuna emindi. Şimdi daha güvenle çalıyordu, geceye daha çok vardı. Ve bir de tabii umut belki gecesiz bir gün daha verirdi orman, hani bir kere anlatmıştı ya. Yaprak sormuş gibi döküldü notalar, elbette sormuştu ya: "Gil-galad: 'Peki ne haberler getirdin ey kadim ormanın, Yeşil Orman'ın sadık elfi' ”. Yanıt verecek olan bir başka yaprak olmalıydı, sayısız yaprakların ormanlarında hangisi olduğunu nasıl bilebilirdi ki ozan. Susup dinlese tüm orman sussa, rüzgar bile esmese ya da... Vazgeçse ozan o anda söyleneni çalmaktan, önemi neydi ki bunun. Muile vazgeçmedi, onu bu sözü açığa vurmaktan vazgeçirmeyen kendini açığa vuran idi. Öyle ki yabani gülleri fark ettiğinde dirseğinde kanı hissedecekti, güllerin yaprakları konuştu bu sefer: "Haberci: ' Bir süredir hazırlıklarımız devam ediyor, her şey yolunda gibi, ancak tek bir şey dışında yüce kral, duymuş olmalısınız; KırmızıMücevher. Bilgelerimiz onun hakkında tek bir şey biliyorlar, Kütüphane'nin gizli bölümlerde saklı bir cümle. Ve Mordor'dan gelen tek kelime KırmızıMücevher şimdilerde' . Haberci soluklanmıştı. " Gil-galad olan yaprak ile yabani gülün yaprağı aynı anda bir ağızdan yüksek tonda: "İkisi birden: 'Carnimiere! Onu ölümcül yaptım ve Valinor'dan beri yanımdaydı, onu ölümcül yaptım, her türlü kirli el için, ondan acıma beklemeyin, onu ölümcül yaptım, ondan kurtuluş yok. Onu bu yüzden yaptım'. Haberci: 'Ama nasıl? Siz, nasıl bildiniz?' Gil-galad: 'Bir genç için bilmeceler. Sadece oyalamalarını kralına önerdiğimi bildir, asla bunu kimse duymamalı, diğer meselelerle bunu bir arada götürmemiz faydalı olabilir.' Haberci, Noldor Kralı'nın huzurunda kaleme alınanları teslim alıp saygıyla eğildi ve adımlarını önce seyrek ve sonra sıklaştırarak atarak salonu terk etti. Yeşil Orman'ı bekleyen bir tehdit bu kadar büyük olabilir miydi, anlam veremedikleri bu sözler nasıl olur da Yüce Noldor Kralı'nın dilinden dökülürdü. Bilmiyordu. Yola çıkma hazırlıklarını hemen bitirmeliydiler. Kimseye güvenemezdi. Ertesi sabah yola koyulmak zorundaydı. Haberci o gece tek bir an bile uyuyamayacağından habersizdi" İki yaprak aynı sözleri aynı anda söylemişti Muile’ye, tüm orman suskun iken, o anda herşey donmuş iken. Ve sonra elini oynatabildi Muile, rüzgar, kuş, su, canlı, cansız her şey kaldığı yerden devam ettiler günü yaşamaya, sanki hiçbir şey olmamış gibi.

-----------------------------------------------------------------

Melima’ya veda Forlindon’da başkaları da vardı elbette. Biliyorsunuz Ninque ve Melima. Son bir umutla elf hanımını kurtarmak için bildiklerini deneyecekti. Ona söylenmişti; belki sadece o bunu başarabilirdi. Evde herkesin umutları azalmıştı ki Ninque çıkıp gelmişti işte. Etrafındakilerin söylediği her şeyi değerlendirdi Ninque birkaç hafta önce Hanımın gözlerini açtığını ve onun Gondor’a gittiğini bildiğini ve haber gönderilmesini istedikten sonra tekrar eski haline dönüp gözlerini kapattığını anlattılar: ‘O zamandan beri sizden haber bekliyorduk...’ Ninque daha fazla dayanamayıp: ‘Ne haberi bana hiç kimse haber ulaştırmadı, eğer bilseydim...’ biraz düşünüp : ‘... Bilseydim her şeyin yanıtını keşke ve şimdi elimden geleni yapmalıyım.’ Melima’nın başucunda en güzel bahar çiçekleri ve Beyaz Gözyaşı işte sonunda büyük an gelmişti. Titreyen ses ile başladı Ninque: ‘Demek önceki sözlerimi duymuştun, bak yine buradayım istediğin gibi Sevilen. Sevilen şimdi elimde ne varsa ortaya koyacağım: Ve elimdeki en büyük ilaç sevgi. Senin ihtiyacın olan bende…’ Sonra son hamlesini yapmak için kardelenin çiçek kısmını eline alıp alnına bir parça su ile götürdü. Melima’nın alnında parlayan beyaz ışığa sadece Ninque’nin gözünü kırpmadan bakabildiği andı bundan sonraki. Ellerinde günden daha aydınlık bir ışık ile dilinde sevgi sözcükleri ile. Ve oldu elf hanımı gözlerini açtı: ‘Nieninque, biliyordum bundan daha beyaz bir ışık daha düşünemezdim. Gözyaşın için teşekkür ederim, sevgin için. Namarie’. Daha Ninque ellerini alnından çekmeden, tek kelime edememişken söylenenleri gözyaşları içinde anlamaya çalışırken; Melima’nın ışığı Ninque’nin ellerindeki ışıkla birlikte gözden kaybolup güne karışmıştı bile. Gözbebeklerini bir şeyler arar gibi hareketlendirdi, elini Sevilen’in alnından çekip dudaklarına götürdü. Tek kelime etmesinin anlamı yoktu ama yine de konuşacaktı. Sıcak gözyaşlarını sildi. Etrafındakilere bakıp: ‘Mandos’un Salonları’na bembeyaz bir ışık gitti. Bir elf hanımı değil bembeyaz bir ışık...’ Melima’ya veda ettiler, ruhunun Lindon’dan ayrılışı gün ışığında bile görülebilmişti derler.” Muile gün ışığında yazarken son satırı, şöyle bir etrafına bakındı, acaba öylesine parlak, beyaz bir ışık neye benzeyebilirdi ki, daha önce hiç yazmadığından bu cümleyi bilmek istemişti. Bilemezdi.

---------------------------------------------------------------

O kadar kolay olamazdı. Öylece bir ışık olup gitmemeli idi. Ozan dilinden dökülenlerin, kalemine bulaşan kanın kesin sonu göstermediğini mi not etmeli idi. Ya tanrılar. Onca defa onların ve kendi varlığının olup olmadığını düşünmüşken, neden hikayelerinde böylesine kesin sonlardan bahsediyordu. Şimdi biliyor gibi gülümsedi: "Kapatmak için kapıları". Konuları kapatmanın başka bir yolu vardı elbette; tüm inanışlara karşı gelmek ve şu hikayedeki gibi şifa evlerindeki varlık muhasebesine girişmek... O gençlere ağır gelen yük ozana da ağır gelmiş olabilirdi. Ya da Sınır Muhafızının Yaşamı'nda Gökkuşağı'nın yanında düşündükleri, ya da Noldo Rüya'larında o soğuk balkondaki düşünceleri. Hiç bitiremeyeceği bu bahis hep karşısına çıkıp duruyordu. Ne yapmalıydı? Kapatamıyordu bu bahsi...

Şimdi o güzel günde canı sıkkın bir ozan vardı. Gizemlerin içinde kaybolmak mıydı bu, evreni olduğu gibi kabul etmek, cevabı bulsa bile doğruluğunu bilememek mi? Ya da hiç cevap yok diye şüpheli bir yaklaşım mı benimsemeli? Varlığının değerini ölçmek için evren ve diğer evrenler yeterli kıstas olur muydu ki! "Valar, bana bir şey söyleme sadece şüpheli bir günümdeyim..."

Ve varlık tartışmasının ortasında Yeşil Orman günü harcanıp gitmişti işte. Güneşi sürükleyen Arien kararlı bir biçimde, en azından uzun bir süre boyunca kararlı bir biçimde, yerine getirdiği ve getireceği görevini sürdürecekken, gözleri Silpion'un çiçeklerinden gelen son güzellik Ay'ı aramaya başlamadan biraz önce akşamüstü vakitlerinde kalemi kağıdı bir kenarı koydu. "Sanırım Mirilya bir şeyler söylemişti. Ama çok eksik, çürütülmeye açık ve hiç de önemli değil çürütülmesi, her an her şey çürürken... Sanırım notuma bunu eklemeliyim ve istinasız her şey çürürken sözünü eklemeliyim." derken tek tesellisi Ay olacak bir geceye hızlı adımlarla ilerliyordu. Berbat gecenin içinde yazmak veya yazmamaya da daha sonra karar verecekken sadece Ay'ı beklemeye başlamıştı: "Haydi kordan alev Ay, gümüşten buza dönüşmeden bana bir gülümse, çok uzun yoldan geldim."

---------------------------------------------------------

Ay'ın yaz dediği

Gülümsemede kaybolan bir ozan… Silpion'un güzelim çiçeklerinin, dost yüzünün yansımasında titreyip kendine gelen bir ozan. Bir ozan ki kendi umutsuz anında not yazmaktan bile çekinmeyen... Notuna eklediği kanla yazılmış cümlesinin her şeyin çürüyüp gittiğine bazen inanıp bazen şu anda olduğu gibi bunu da yeniden değerlendiren. Çürümek kelimesine takılıp kalanlar olabileceğini düşünerek, kendisinin bile karamsarlığında buna takılıp kalmasına hayret ederek notlarını geliştirme isteği duyacaktı.

İşte bu sefer kalemini batırdığı mürekkep Silpion'un çiçeğinden ak ışık idi. "Çürümenin bir sonraki adımı yine çürümek iken, ışık olmak, toprak olmak ve tekrar ışık olmak. İşte korkutucu olan aklı kaybetmek, şu andaki aklımızı teslim mi edeceğiz, yani yok mu olacak. Geliştirip durduğumuz dünyalarımızı kaybetmekten niye bu kadar korkuyoruz, niye canımızı korumak için çaba harcıyoruz. Bir sonraki aşamada yani hayatımızı teslim ettiğimizde sonsuzluğa Mandos'un salonları ya da başka yerlerde sanal bir mutlulukla mı mükafatlandırılıp tüm aklımızı kaybetmeden devam mı edeceğiz ya da 'dur sen geçmişi unut sen sadece ışık olacaksın, toprak böcek olup, tüm dünyalar ile yok olacaksın ve tekrar birleşip, tekrar, tekrar'...neyse ama senin aklın olmadan, büyük akıl veya büyük saçmalık içinde kaybolup gidecek misin? Güzel düşünmemi sağla Silpion alçak gönüllüğümü geri ver, aklımdaki çürümeyi durdur, bu geceliğine: 'Evet de. Evet, Melima sevilendi ve Mandos'un Salonları'ndan Valinor'daki vücuduna ulaşacak. O bir ışık ve asla çürümeyecek'. işte notuna bunu da eklemeliydi ve öyle yaptı:

"Evet Melima sevilendi ve Mandos'un Salonları'ndan Valinor'daki vücuduna ulaşacak. O bir ışık ve asla çürümeyecek."

--------------------------------------------------------------------------

Çürüyen Işıklar

"Biliyorum istinasız demiştim, istinasız her yazdığım yok olmadan önce okuyan birileri olacak..." Muile ak mürekkep ile yazısına devam ediyordu..."Birileri ışıklara karışıp Valinor'a gitmeden önce bunları okuyacak, gülecek, kızacak, sevecek, şüphe edecek, bir mana çıkartacak; belki. Işığın çürümediğine inanmak isterim. Onun için bu mürekkebi tercih ettim. Sen okuyan dostum Orta Dünya'dan Muile'nin bir gecesine bu yazılanlardan bakıyorsan şimdilik yok olmuş değilim."

"Çürüyen Işıklar olmamalı, birşeyler aynı kalmalı, bir şekilde istisna kelimesinin anlamı olmalı, bir anlamı olmalı bütün bu çabanın. Sen okuyan dostum Orta Dünya'dan Muile'nin Ay ile dolu gecesine ortak oluyorsun. Şimdi senin için çalacağım."

Muile kağıtların başında ayrılıp mandolinin aldı. Pena'sını Aya değdirip mürekkep aldı. Bembeyaz renklerle notalar mandolinden çıktıkça kağıtlara doğru uçarak onların üzerinde yerlerini aldılar. Sözler de vardı elbet onlar ise çoktan yazılmıştı.

"Melima için ağladı, geceler gündüzler boyunca

Ağladı ki dökülen her damla bembeyazdı

Melima'nın adı Sevilen idi ki sevildi

Sevildi öylesine iyi yürekli idi

İyi yürekli olmasının kanıtını isteyen yoktu

Bu en başından sonuna kadar doğruydu

Yaşattığı kızı ona tüm kalbi ile sevgisini sunmuştu

Son anında ışık olurken, Melima'nın aklındaki yine oydu

Düşün ey Silpion'un ak mürekkebi ile yazan ozan

Düşün Muile, Çürüyen ışık, ışık olur mu?

İşte böyle, onlar Lindon Diyarındaki ışıklar

Ve bu hikayede, en azından bunda hiç çürümeden kalacaklar

"

Sauron dedi ki:

Melima'ya veda kısmı gerçekten hüzünlendirici olmuş sevgili cursed.. Okurken nedense bende hüzünlendim.. Aklıma ise şu kelimeler geldi. ; "Westu hal Ferthu, Melima ferthu.." Anlamı : "Huzur içinde yat. Git.. Melima eserek git..." Bu güzel öykü içinde ayrıca teşekkürler…

---------------------------------------------------------------------

Ay'ın parlak gümüşünde o gece uyumamak için her türlü sebebi vardı: "Sadece yaşayan orman, doğası gereği hiç uyumayan orman, sanat eserini sergileyen Yeşil Orman. Uyku nedir bilmek bilmem çünkü senin bir anın bile bana bir ilham..." şimdi Melima'yı uğurlayan mürekkebi bir kenara koyup, mandolini susturup güzel bir şeyden bahsetmenin zorluğunda güzelden bahsedecekti.

"

Elf piyadesi

Güzel olan elf piyadesi; güzel ki güçlü

Taşıdığı yükün farkında baştan aşağı bir savaşçı

Güzel olan elf piyadesi, güzel ki deneyimli

Uzun yıllardır yıkılmadan, uzun yıllardır

Güzel olan elf piyadesi, güzel ki donanmıştı

Hazırlanmıştı zırhı, oku, yayı ve kısa saplı mızrağı

Güzel olan elf piyadesi, güzel ki sanat eseri

Güzel olan elf piyadesi, güzel ki dayanıklı

Güzel olan elf piyadesi, güzel ki iradeli

Güzel olan elf piyadesi, güzel ki disiplinli

Öyle ki kralların kalkanlarındaki gibi yansır

Elbereth'in yıldızları kalkanına, o elf piyadesi

En ince ayrıntısına kadar işlenmiş zırhı

Aule'nin zanaatı ki, o elf piyadesi

Yürüyüşü, görüşü, uyumu, asaleti

Hangi birini seçmeli ki onu nitelemeli

Sana güzel bir şey desem ozan

Evet biliyorsun ki o elf piyadesi

"

"Oropher'in habercisi ve yanındakiler Forlindon'da gözden kaçırmamıştı, hazırlıklar büyük yürüyüşün başlamasına o kadar da çok zaman kalmamıştı. İki yılı aşkın süredir bu noktaya gelinmişti, taşlar yakında hareketlenecek gibiydi. Oropher'e götüreceği mektupta dahası gizli idi, kendisi bile bilemezdi: Mühür Gil-galad'ın açacak olan Oropher'in katibi idi. Ama biliyordu haberci, büyük bir savaşın tam ortasında idi."

Muile mürekkebi, tüy kalemi bırakmıştı ama söyledikleri kağıda kendiliğinden yazılmıştı bile, hayretle:

"Bunu yapabildiğimi bilmiyordum. Haha işte güzel olan bu. Hahahaaa...."

------------------------------------------------------------

Mirilya'nın Yeşil Ormanı

Muile bu sefer şu anda bulunduğu ormanda, Mirilya'nın da yürümüş olduğunu, belki onun da geceler boyunca Ay ve ormanın içindekilerle konuşmuş olabileceğini düşünüp irkildi:

"Bana söylemek istediğin bir şey mi var orman?

Anlatmak istediğin bir insanın hikayesi mi, düşündüğüm, bildiğimi sandığım hikaye yanlış olabilir mi?

Sanırım sen Mirilya'nın Yeşil Ormanı olduğun günden beri bu hikayeyi anlatmaya çalıştın bana. Evet, orman kadim dilini dinlemeye çalışan bu çocuğa biraz fısıldasan: Nasıldı, nasıldın o zamanlar? Mirilya'nın Yeşil Ormanı yolların, patikaların, canlıların ve kayaların ne kadar Mirilya'nın ki idi.

Ve orman bu gece benim ormanım mısın? Şu dostuna bir gülümse, niyetimi biliyorsun yeşili gece bile görebilmek... Yeşili seçtim senin renginde, tonlarında, hikayenin bu kısmında onun için Mirilya'nın Yeşil Orman'ı bu seferlik Muile'ninki olur musun ki."

Etrafı dinledi gecenin yaratıklarınınkilerden başka ses yok gibiydi.

--------------------------------------------------------------

"Elf yurduna, kuzeydeki yerleşime kabul edilmişti Yakut Kalpli. Acısı elfleri etkilemişti. Kimsenin böylesine umudunu bir kelimeye bağlamasını istemezlerken Mirilya hep aynı şeyi tekrarlıyor gibiydi: 'KırmızıMücevher'.

Bilgelerin Kütüphane'sine ve oradan kralın salonlarına hep Gondor'un verdiği esirler için, babası için bilgi elde etmek için gitti. bilgeler:'Henüz bunun anlamı gizli' dediler.

Gil-galad'tan gelen son mektubu okumuş olan Oropher'i bile görebildi bu güçlü yürek, ufalandı; sözlerle kralın gizli sır vermeyen bakışlarının keskisi ile. Mirilya oradan ayrılmadı haftalar birbirini kovalayacaktı. Mordor'dan gelen ise söylentilerdi. Ve en önemlisi Oropher'e gönderilen birkaç yüzük; Kral Mirilya'yı huzuruna çağırttığında insan konuştu:

'Evet bu onun, eminim babamın şifa evlerinden başarısı sebebiyle aldığı nişanı belirten yüzük. Yaşıyorlar öyle değil mi?'

Kral gerçekten bilmese de artık emindi, pazarlık etmek isteyen Mordor diyarından kimse niyeti ciddiydi.

Kıza :'Onu kurtaracağız işte yüzük senin taşıman gerekir.

Mirilya yüzüğü aldı ve 'KırmızıMücevher'i istiyorlar öyle değil mi yüce kral. Valar aşkına nedir bunu bu kadar önemli yapan? Birçok hayat buna mı bağlı ki?'

Oropher salonu geniş ve yüksek pencerelerinden dışarı bakarak dolaşırken cevap verir: 'Aslında gizini biliyorum ey acı çeken kız. Ama emin ol bu babanın yaşaması için tek yol, bize güvenmelisin, şimdi sadece beklemelisin'

Mirilya sanki yeni bir şey duymamış gibi: 'Onların istediği gibi olmayacak öyle değil mi?'

Kral sön sözünü söyler: 'Olmayacak'.

Mirilya zaferi ile sevinmeli miydi bir kralın sözünü almıştı. Ya o kapkaranlık diyar. Kralları bile yutan diyar! Babasını oradan çekip alacaktı ve buna başlamıştı bile."

Yeşilin tonları karanlıkta işte böyleydi, ozanın gözünde.

------III. Bölüm Sonu-----

Yakut Kalpli

Son

“Mordor, Minas Ithil’i işgal etmiş, pek çok can yitip gitmişti. Osgiliath’ta şifa evleri sonsuz acılar içindekilerin tek sığınağı gibiydi. Prens Anarion buraya tek bir saldırı dahi yapılmasını önlemişti. Öyle ki savaş o duvarlara sadece yaralılarını getirmişti. Şifa evlerinden bakıldığında güneş aynı güneş değildi yine de. Doğuda Minas Ithil yok gibiydi... Yok olmuştu oradakiler, şifacı Eldarian ve diğerleri; yok olmuştu gündoğumu.

İşte sözü edilen savaş çoktan başlamıştı. Yıllar boyu süren hazırlıklar yapılırken kuzeyde, Ninque, AnwaHarma, üstatları hep iyileştirmişti. Peki ya Yakut Kalp’linin kalbini iyileştirecek bir ordu kurulmuş muydu? Yıllar boyunca süren KırmızıMücevher pazarlıkları… Yüzüklerin sadece tanınabilenlerinin aileleri için bekleyiş… Numenorian Lordu’nun taşıdığı yara, Aldarion ve dostlarının acı dolu hapis yılları… Her biri, her biri başka bir hikaye.

Yürüdüler ordular Tolkien yürüttü onları, Minas Ithil alındı geri, yitip gitti Silvan elfleri bataklıklara sürüldü, pek çoğu yitip gitti, Oropher ve pek çoğu da Dagorlad Muhaberelerinde. Ama insan, elf, cüce gayret etti hepsi ne içindi: Evet yıktılar Kara Kapıları ve kuşattılar Kuleyi; Anarion yitip gitti yedi yıl boyunca üzerlerine ölüm saçan Kule idi; hepsi ne içindi. Orta Dünya’daki tüm kötülükleri yok edebilir, barışı sağlayabilirlerdi. Elendil ve Gil-galad yitip gitti. Düşman şimdilik yenilse de marifeti yok edilmemişti, kötülük sona ermedi. Hepsi ne içindi? Elinden geleni yapmak için, inandığı hayatın değeri için, acımasızlarla mücadele için…

Mirilya, Aldarion’u asla bulamadı. Yakut Kalplim diyen sesi asla duyamadı. Ve adını bile unutacaktı. Yeşil Orman’ın Doğu’sunda kayıplara karışacak, bir daha asla tanınmayacaktı. Öylesine bir kötülük ile baş edemeyecekti. Biliyorsunuz o Sınır Muhafızının Yaşamı’nda Karanlık Komutan olacaktı. Nasıl olurdu! Tark-Shakh’ı hain planını mı anlatmalı. Sauron’un dokunduğu yüzüğe bir daha bakmalı. Şifa evlerinin nişanı, Karanlık Komutan’ın parmaklarında binlerce yıl dolaşacaktı.

Ve Yakut Kalbi’nden söz eden sadece tek bir ozan dolaşacaktı…”

Muile ay ile güneşin aynı anda görülebildiği aydınlık bir sabahın en başında yazısını sonlandırmıştı. “Bunları Yeşil Orman Kütüphanesi’ne bırakmalı” derken aklında hala Yakut Kalpli ve ellerinde rengarenk bir gökkuşağı ile sizlerin huzurundan ayrılacaktı.

-Son-


 
 
 

Yorumlar


Öne Çıkan Öyküler
Son Gönderiler
Etiketler
Takip Edin
  • Facebook Classic
  • Twitter Classic
  • Google Classic

BENİ TAKİP EDİN

  • Facebook Social Icon
  • Twitter Social Icon
  • Google+ Social Icon
  • Pinterest Social Icon

© 2023 by Koray Yılmaz. Proudly created with Wix.com

bottom of page